Kızılderili Mitolojisi - Gizli İlim ve İnsan

28 Şubat 2018 Çarşamba

Kızılderili Mitolojisi

Kızılderili Mitolojisi Nedir?

Kızılderili Mitolojisi

Kristof Kolomb, Hindistan’a varmak üzere çıktığı deniz yolculuğunda Amerika’ya ayak basınca burasını Hindistan sanmış, yerli halka “Hintliler” adını vermişti. Bu yüzden, Hindistan’la ilgileri olmadığı halde, Kızılderililere bugünkü Amerikalılar da “Indian” (Hintli) derler. Amerika Yerlileri’nin kültürü, doğayla insanlar ara­sında kurulan ruhsal bir denge prensibine dayanır ve özü itibarıyla toprakla iç içe geçmiş durumdadır.
Hayvanlar bu mitolojinin içinde büyük bir rol oynar: Yaşayan her şeyin, dünyanın toplu ruhuna dahil olmakla birlikte, bi­reysel bir ruhu olduğuna da inanılır. Yerliler toprağın bü­tün yaratıkların ortak malı olduğunu düşünür ve avcılar yemek için öldürdükleri hayvanların ruhlarına şükranla­rını sunarlar. Avrupalı kaşifler Amerika’ya 1492 yılında ayak bas­tıktan sonra, çeşitli hastalıkları ve sömürgeciliği de be­raberlerinde getirmiş, bu da yaşam koşullarını olumsuzlaştırmıştır. Amerika Yerlileri ilerleyen yüzyıllarda, günümüzde hâlâ yaşanan kültürel bir çatışmanın içine girmiştir.
Ruhlar ve Ayinler:

Amerika Yerlileri’nin yaratılış mitleri, Kuzey Amerika’da yaşamış kabilelerin sayısı kadar çeşitlidir. Avrupalılar 1492’de geldiğinde, bugünün ABD’sinde, 500’den fazla sayıda farklı kabile halinde on milyon, hatta belki daha fazla kişi yaşıyordu. Bu sayılar doğrultusunda, düşünce sistemlerinin kıta boyunca ne kadar çeşitlilik gösterebi­leceğini tahmin etmek zor değildir.



Wakan Tanka ve Yaratılış:


Belli başlı farklılıkları olsa da, Sioux ve Lakota kabile­lerinin benzer inanç sistemleri ve âdetleri vardı: İki ka­bile de Wakan Tanka isimli, bazen ‘Büyük Gizem’ ya da ‘Büyük Ruh’ diye çevrilen, her şeyin içindeki evrensel ruha benzeyen bir varlığa çok önem vermiştir. Hiçbir şey var olmadan önceki zamanlarda Wakan Tanka’nın ” Han ” isminde bulutlu, kara bir boşluğun içinde durduğu söylenir. İlk varlık İnyan, kaya formunda dünyaya gelir. Enerjisini denizlerin mavi kanı biçiminde akıtır ve ken­disinden dünya tanrıçası Maka’ yı yaratır.Maka’ yı yaratırken İnyan ona (elbette başka özellik­lerin yanında) uyumsuzluk ve olumsuzluk özelliklerini verir. Durum böyle olunca Maka şikayet etmeye başlar. En büyük sıkıntısı İnyan’dan yaratılmış olması, kendin­den menkul bir varlık olmamasıdır. Ayrıca hâlâ “Han” ın karanlığında yaşıyor olmaktan ve kendi yansımasını görememekten yana dertlidir. Üçüncü tanrı, gök tanrı Skan’dır.İnyan ve Maka’ nın fiziksel yanları daha ağır ba­sarken, Skan daha tinsel bir varlık olduğu için onlardan daha ilahi bir role bürünür. Her şeyin yargıcı o olduğu için Maka’ nın da dertlerini dinler. Skan, Maka’yı yatış­tırmak için, “Han” ın ikiye bölünmesine karar verir; yukarı dünyada Anp olarak varlığını ışık altında sürdürürken, aşağı dünyada Han olarak karanlıkta yaşamaya devam edecektir.

Maka yukarı dünyanın mavi okyanuslarının ne ka­dar görkemli olduğunu ve kendisinin ne kadar sade gö­ründüğünü fark edince suyun birazını alır ve süslenip güzelleşmek için gölleri ve nehirleri incik boncuk gibi takınır. Hâlâ durumundan memnun olmayan Maka ya­kınmaya devam eder, bu da Skan’ ın dördüncü ilkel tanrı Wi’yi yaratıp dünyayı aydınlatmak üzere göğe yerleştir­mesine yol açar. Wi’ye ısı vermesini ve her şeyi gölge­lemesini buyurur; bu gölge bütün varlıkların ayrılmaz, bireysel ruhlarını temsil eder. Anp ile Han, göğü gündüz ile gece olarak paylaşacaktır.

Çemberlerin Önemi:

Birçok Amerika Yerlisi için çember, hem gerçek hem de mecaz anlamıyla her şeyi kapsayan en kutsal şekildir ve birçok ayinde adı geçer. Çemberleri gökkubbeden dün­yanın şekline kadar her yerde görmek mümkündür.Bu sebeple, çemberler Amerika Yerlileri’nin gelenek­lerinde önemli bir yer tutar ve ABD genelinde törenlerde kullanılmak üzere yere yerleştirilmiş devasa taş yapılara rastlanılır. Bu “şifa çemberleri”nin tam ortasında duran taştan dört yöne doğru, eşit aralıklarla (yine taştan) dört çizgi çizilir. Her çizgi farklı bir renkle, elementle, hay­vanla yahut yaşamın farklı aşamalarıyla bağdaştırılır.

Güneş Dansı ve Hortlak Dansı:

Yazları, bizon avlarının başarılı geçmesi ve gelecekteki hayvan nüfusunun artması için yapılan Güneş dansı ayi­ni, ruhani önem taşıyan yıllık bir törendi. Bu tören süre­since, kabilenin erkekleri özel olarak bu danslar için inşa edilmiş bir yapının içine otururlardı. Bu yapılar göğe açılır ve ortalarına uzun bir ağaç yerleştirilirdi; ağacın tepesinde de bir bizon kafatası bulunurdu.

Genç erkekler vücutlarını sarıya boyar, süslü tüyler takar ve kendilerini kaybedip ruhani ziyaretlere açılmak amacıyla birkaç günlük bir oruç tutma, kendine zarar verme ve ayin sürecine girerlerdi. Ritüel, genç erkeklerin direğin tepesinden sarkan ipleri göğüs uçlarına bağlayıp dans etmeleriyle sonlanırdı. Bu tür etkinlikler beyaz Amerikalıların Hristiyan anlayışlarıyla uyuşmadığı için engellenmeye çalışılmış­tır. Ancak, ayin yine de tamamen tarihe karışmamış ve kısa bir süre içinde ‘Hortlak Dansı’ olarak yeni bir şekle bürünmüştür. 1889’da Wovoka olarak bilinen Amerika Yerlisi bir kahin tarafından yaygınlaştırılan bu dansın, katılımcıları ölülerin ruhlarına yaklaştırdığına inanılır.
Eski ve yeni Amerika arasındaki çatışmanın doruk nok­tasına ulaştığı bir zamanda, ülkedeki birlik ve dengenin tekrar sağlanması ve kıtanın istiladan önceki durumuna geri dönmesi için bu dans edilmiştir. Ne var ki kıtada yaygınlaşan bu dans, tam tersi bir etki yaratmıştır. Zira ABD ordusu, kabilelerinin bu dansı etmesini önleyeme­yen liderleri tutuklamış ve hatta öldürmüştür. 1890’da Güney Dakota’daki Yaralı Diz Deresi’ndeki bir saldırıda 150’den fazla Amerika Yerlisi katledilmiştir. Herhangi bir tören yapılmaksızın toplu mezarlığa gömülen ölüle­rin arasında birçok kadın ve çocuk da vardır.

Ova Mitleri:

Bugünkü Ortabatı ve Güney ABD’deki ovalar ve bu bölgelerden doğan mitsel hikayeler Amerika Yerlileri’ne önemli dersler verirdi.

Beyaz Bufalo Kadını:

Pteskawin olarak da bilinen Beyaz Bufalo Kadını mitini birkaç ova kabilesi birden anlatır. Pteskawin, bu kabilele­re ayinleri getiren kişi olarak bilinir; bu, dünya üzerinde birçok medeniyetin ruhani geleneklerini anlamlandır­mak için atfettikleri bir roldür. Yemeğin kıt olduğu bir zaman, iki genç avcı avlan­mak için gün doğmadan yola çıkar. Uzun bir yol katetmelerine rağmen halklarını beslemek için götürmeye değer bir ava rastlamazlar. Uzun bir aramadan sonra bir tepeye çıkarlar. Önlerindeki düzlüğe baktıklarında ufuk­tan kendilerine doğru gelen ve parlayan bir şey görürler. Yaklaştıkça bunun parlak, bembeyaz bir post giyen gü­zel Pteskawin olduğunu anlarlar. Hiç beklemedikleri bir zamanda karşılaştıkları bu kadının güzelliğine kapılan genç avcılardan biri ona şehvetle yaklaşır. Kadının,” wakan ” (kutsal) olduğunu fark eden arkadaşı, toy avcı­yı Pteskawin’ in tinselliğine saygı göstermesi konusunda uyarır. Ancak iş işten geçmiştir: Kadın genç adamı öp­tüğü anda etraflarını bir bulut sarar ve bulut dağıldığın­da kadının ayaklarının dibinde adamın sadece kemikleri kalmıştır.
Diğer avcının şaşkın bakışlarını üzerine çeken kadın, avcıya kabilesine geri dönmesini, kabile şefini ani ziyareti konusunda uyarmasını ve halkı bir çadırda toplamasını buyurur. Avcı, aynen emredildiği gibi derhal kabilesine koşar ve herkesin Pteskawin’ in şaşaalı ziyaretini hürmet­le bekleyeceği dev bir çadır inşa edilir. Pteskawin çadıra girer, Güneş yönünde yürüyerek kendi çevresinde döner ve batı tarafındaki kabile şefi­nin önünde durur. Ona üzerine dünya, bufalo, orman ve kuşları temsil eden şekillerin oyulmuş olduğu kutsal chanunpa’yı (pipo) verir. O günden sonra pipo, bu ka­bileler için önemli bir ayin nesnesi haline gelir ve pipo içmenin kabile halkını ruhani dünyaya yaklaştırdığına inanılır. Pteskawin’in kabileyi terk ederken bir bufaloya dö­nüştüğü, dünyanın dört bir yanına eğilerek selam verdi­ği ve ufukta kaybolduğu görülür. Bu mitin birçok öğesi Amerika Yerlileri’nin kültürü için hâlâ önem taşır, özellikle de hikayenin ortaya çıktığı yer olan Lakota kabile­sinde. Piponun değişik anlam ve kullanımları, toplu ba­rınaklar, Güneş’in yörüngesini takip etmek ve bufalonun bir kaynak olarak tarihi önemi buna örnektir.­

Hain Çakal:

Hızlı Roadrunner’la maceralarından hatırladığımız çizgi film karakteri Hain Çakal, aslında Lakota kabilesine ait bir Amerika Yerlisi mitinden esinlenmiştir. Mitin eski versiyonunda bu cingöz, arkadaşı örümcek ruh, İktome ile ovalarda gezinirken karşısına devasa bir kaya çıkar.
Çakal, kayanın içindeki ulu ruhu ve hayatı fark ederek bunun İya olduğunu anlar. Bu yüzden sarındığı batta­niyeyi çıkarır ve sıcak tutması için kayanın üzerine ör­ter, daha sonra iki arkadaş yollarına devam ederler. Bir süre sonra yağmur yağıp hava soğuyunca, maceraperest­ler nemli bir mağaraya sığınır. İktome kalın postunun altında soğuktan korunurken Çakal üşüyünce kayaya gösterdiği cömertlikten pişman olur. Ahlaki değerlerini yeniden ölçüp biçen Çakal, yaşlı bir kayanın battaniyeye ihtiyacı olmadığına karar verir ve İktome’den gidip onu geri getirmesini rica eder. Örümceğin girişimi başarısız olunca, tir tir titreyerek geri dönüp postu kayanın üze­rinden çekip alma işi Çakal’a düşer.

İki arkadaş yolculuklarına mutlu mesut devam eder. Ancak, dinlenmek için girdikleri bir başka mağarada uzaktan bir ses duyarlar. Ses, ovada çınladıkça daha da güçlenir ve arkalarındaki mağarada yankılanır. Birden­bire ulu kaya İya’nın onlara doğru yuvarlandığını, önün­deki her şeyi ezip parçalayarak Çakal’a doğru geldiğini görürler. Korkudan donakalan Hain Çakal ile İktome kaçar­lar. İya’yı kandırmak için birkaç taktik uygularlar: Ne­hir boyunca yüzer, ormanın altını üstüne getirirler; ama çabaları nafiledir, kaya hızla yuvarlanıp onlara doğru gelmeye devam eder. İktome, küçük bir top haline gelip ufak bir deliğin içinde kaybolarak izini kaybettirir. Za­vallı Çakal ise kaya tarafından dümdüz edilir. Bu, kutsal varlıklara saygısızlığın cezalandırıldığı bir başka efsanedir ve Amerika Yerlileri’nin dünya üzerin­deki bütün yaratık ve cisimlerde olduğuna inandıkları ruhun bir göstergesidir. Yerlilerin tapınakları yahut su­nakları yoktur; inanç sistemlerinin ruhaniliği, canlılığını her şeyin içinde gösterir. Ayrıca İya, Fırtına Tanrısı ola­rak da bilinir, dolayısıyla bu hikaye kasırgaların tahrip edici gücünü (dini terminoloji kullanmak gere­kirse) Çakal’ ın günahlarının bir cezası olarak açıklar. Bu hikaye bize hikayeyi aktaran kabilenin ahlak anlayışına dair de fikir verir: Bu anlayış, hikaye dinleyicisine içten bir cömertliğe sahip olmasını öğütler ve Lakotalıların dostlarına sorgu sual olmaksızın şefkatle yaklaştıklarını gösterir.

Kızılderili Mitolojisinde Halk Efsaneleri

Nehirler, dağlar, göller ve orman hayvanlarıyla dolu bir ülkede, yerli halk gelenekleri aşmak için halk hikayeleri kullandı. Yerli Amerikalıların nesiller boyu süren inanılmaz sayıda hikayesi var ve hepsi olağanüstü derecede büyüleyicidir.

1- Crow Günışığını Getiriyor: Bu, ilk mit bize geliyor InuitKuzey Amerika’nın en kuzeykesimlerindyaşayan ve hala yaşayan insanlar. Onlara, mavi gökyüzünün ve kutuplarda sahip olmadıkları ışığın hikayelerini söyleyen Crow'a söylerler. Onlara getirmeleri için yalvardılar ve Crow güneye uçtu. Güneşte bir köye geldi ve kendisini bir toz lekesi haline getirerek şefin kulübesine genç bir kızı takip etti. Çocuğun kulağına süzüldü ve kulübe içindeki bir kutudaki ışık küreleriyle oynamasını ve ardından birisini dışarı çıkarmasını söyledi. Sonra Crow kendini değiştirdi ve gagasında ışık topunu alıp Kuzey'e geri döndü, bir kez orada küre yere çarptı ve Inuit insanlarına gün ışığını verdi. Ancak, Crow yaşlı ve yorgundu, ışığı tekrar getirmeden önce her altı ayda bir dinlenmesi gerektiğini söyledi.

2- Sisin Hizmetçisi: Şimdi New York olan Ongiaras Kabilesi , daha sonra Niagara Şelalesi olarak adlandırılan büyük bir şelalenin yanında yaşayan huzurlu bir insandı . Bunların en önemlisi tartışmalı bir şekilde Sisin Hizmetçisi'nin hikayesi olduğu Şelaleleri çevreleyen bir dizi mit var. Kabile aniden zor zamanlarda düştü ve köylerinin en güzel kızlıklarını düşmeye feda etmeye karar verdiklerinde, halklarının çoğu gizemli bir şekilde öldürülüyordu. Beyaz tüylü bir elbise ve çiçekler giyen kızlık, beyaz huş ağacı kabuğu kanosuna girdi ve Şelalelerin ölümüne kadar düştü. Baş babası, kalbi kırıldı ve kısa bir süre sonra onu takip etti. Fırtına tanrısı HinumŞelalenin altında yaşayan, kızağı nazikçe kollarında yakaladı ve iki oğluyla birlikte yaşadığı mağaraya götürdü. Kızlık, dev bir yılanın halkını incittiğini söyleyen oğullardan biriyle evlendi. Ruhun içinde, bakire tehlikesiyle ilgili kabilesini uyardı ve At Nalı Şelalesi olan canavarı ölümcül şekilde yaraladı.Son güncelleme 17.03.2021