Cinler, Periler ve Bilim - Gizli İlim ve İnsan

23 Kasım 2019 Cumartesi

Cinler, Periler ve Bilim

Cinler, Periler ve Bilim

Theophrastus Aureolus Bombastus von Hohenheim ya da kendine verdiği isimle Paracelsus tıp alanında Kopernik’in yaptığına benzer bir devrime yol açmıştır. 16 ve 17. yy’da batı tıbbı kuramsal olarak ciddi şekilde gelişmesine rağmen hastalıklar karşısında da bir o kadar çaresizdi. Böyle bir ortamda Paracelsus akademik çevrelerce ağır şekilde eleştirileceğini bilmesine rağmen son derece radikal fikirleriyle yeni iyileştirme sanatını gittiği her yerde uygulamaya ve öğretmeye çalışmıştır.
Bütün hayatını hastalıkların nedenlerini araştırmaya ve bunlara doğal yollar ve ilaçlarla çözüm bulmaya adadığını söylemiş olsak herhalde yanılmış olmayız.

Bitkiler, madenler ve metaller üzerindeki derin bilgisi (kendisi çinko’yu da keşfeden kişidir.) kuşkusuz yöntemlerinin sırrına işaret eder fakat hepsi bununla da kalmaz. Bir hekim ve şifacı olan Paracelsus’un bir o kadar da felsefi yönü bulunur. İnsanı doğadan ayrı değil doğa ile bütün olarak düşünmüştür. Fakat ne yazık ki uzun bir süre bir hayalperest ve mistisizm olarak düşünülmüş ve en sonunda 1541′de Salzburgafter’de büyücülük ile suçlanmasının ardından yakılmıştır. Külleri kendisinin isteği üzerine Salzburg’daki bir kiliseye gömülmüştür.

Gerek otoriteleri kızdırmakta gerekse şifacılığında kazandığı ün ve başarı kendisini bu trajik sona götürmüştür diyebiliriz.

Bazı özelliklerini bir bakıma ailesinden aldığını söyleyebiliriz. Daha doğar doğmaz dedesinin etkisiyle bazı düşmanlar edinmiştir. Paracelsus aristokratlığını kaybetmiş bir ailede büyümüştür. Dedesi Haçlı Seferleri’nde kumandanlık yapmıştır. Babası ise gayri meşrudur. Tıp, simya ve metalurji üzerine çalışmıştır ama doktorluk lisansını almamıştır. Göçebe bir hayatın ardından İsviçre’de doğa harikası bir köye yerleşmiş ve çoğunlukla ‘Kara Leydi’nin türbesini ziyarete gelenleri tedavi etmekle meşgul olmuştur. Köy rahibinin kızı Elsa ile evlenmiş ve bir yıl sonra Paracelsus dünyaya gelmiştir. Babasının oğlundan istekleri daha ona verdiği isimlerden bile belli olmaktadır. Theophrastus Aristoteles’in ardından gelen önemli bir filozof ve ilk botanisttir. Aurelous ise ünlü bir simyacıdır. Hayatı hakkında daha fazla ilerlemeden yaşayacağı dönemde tıbbın ne durumda olduğunu hatırlamak faydalı olabilir.

Rönensans’ın başlamış olması ile birlikte antik dünyaya duyulan hayranlığın batıda önemli etkileri olmuştur. Manastırlarda korunmuş el yazmaları araştırılmış, Yunanca çalışılmış ve Yunan kültürünün zenginlikleri aktarılmaya başlanmıştır. Özellikle 15.yy dan sonra bilimler ve tıp da bu etkilenimden payını almıştır. Batlamyus’un Almagest’indeki gözlemler, matematik ve bazı hipotezler Kopernik’in kitabına önemli bir temel olmuştur. Tıpta ise Galen, Hipokrat, Dioskorides yunancadan çevrilmeye başlanmıştır. Celsus’un tıbbi yazıları da latin tıp terminolojisine önemli katkılar sağlamıştır. Sonuç olarak batı tıbbı giderek Galen’e dayanmaya başlamış ve insanlar eski yazılar bulundukça Galenik tıbbı tamamen çözmenin mümkün olduğuna inanmaya başlamıştır.

Antik dünyada sadece Galen, Batlamyus, Aristoteles yoktur tabi ki. Araştırmacılar daha pek çok önemli yazmalarla karşılaşmıştır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri Mısır’da yazıldığın söylenen Hermes Trismegistus’un Corpus Hermetizm dir. Aslında bu kitaptan çok bir yazmalar bütünüdür ve bunların yazarları, insanı yani mikrokozmosu doğal bir büyücü makrokozmosu yani doğayı araştırarak anlayabileceğini düşünmüştür; onlara göre mikrokozmos, makrokozmosun mükemmel bir yansımasıdır. Bu düşünce daha sonra Paracelsus’un simyacı yönüne de eklenecektir.

Paracelsus babasından kendisine ilaçlar konusunda ilk eğitim veren kişi olarak söz eder. Babası bulundukları bölgenin şifalı bitkileri ve minerallerini tanıtmıştır. Ayrıca simya ve madencilik konusunda bilgiler vermiştir kendisine. Annesinden ise çok az bahseder. Annesinin ağır bir depresyondan muzdarip olduğu ve Paracelsus 9 yaşındayken intihar ettiği düşünülür. Annesinin ölümü ardından yeniden yola çıkarlar.

Babasının çalıştığı yerde simya ve Latince konusunda bir miktar daha öğrenim gördükten sonra öğrenimine ve hayatına göçebe olarak devam eder. Bir çok okula ve üniversiteye girer ve ayrılır. Buralarda aritmatik, geometri, müzik, astroloji, yunan felsefeleri gibi konularda eğitim alır.
Bir dönem sonra İtalya’ya gider ve orada Galenik tıbbı aleyhinde konuşmaya başlar. Eski Yunan’dan beri Avrupa’nın temel tıbbı hakkındaki bu söylemleri onun yeni düşmanlar kazanmasına sebebiyet verir. Galenik tıbbını uygulayanların yarardan çok zarar verdiği üzerinde durmuştur.

Orada Ferrara Üniversitesi’nden doktora aldığı konusunda spekülasyonlar vardır ama bu konu hakkında bir delil bulunmamıştır. Cerrahi alanındaki öğrenimi ise askerlerle beraber olduğu sırada başlamıştır. Enfeksiyon nedeniyle meydana gelen ölümler ve hastalıkların sayısı karşısında düştüğü şaşkınlığın ardından soruna çözüm bulmaya koyulur. Burada simyacılığının bariz etkileri bulunur. Gözlem, deney ve ‘sihir’ şifacılığının temelindedir. Diğer meslektaşlarına nazaran doğanın iyileştirme gücüne daha fazla inanmıştır. Askerlerden pansumanın yara yerine yaraya sebep olan şeye (kılış, kargı) uygulandığında yaranın daha iyi iyileştiğini duymuş ve hemen bunu denemeye koyulmuştur. Yaranın geleneksel merhemlerle tedavi edilmeden daha iyi iyileştiğini görür ve “eğer enfeksiyon önlenirse doğa tamamen kendi kendine yarayı iyileştirecektir” diye sonuca varır.
Kendisi doktorların herkese adil davranması gerektiğine inanıyordu. Zengin, fakir ayırmaksızın ihtiyacı olan herkesi tedavi etmiştir. Özellikle tedaviyi karşılayamayacak olanları da tedavi etmekteydi. Belki de ününü biraz da bu artırmıştır. Tedavileri halk tarafındna çoğunlukla mucizevi görülmüştür. Bir şifacı olarak ünü artarken aynı zamanda yerel otoriteleri de kızdırmaktaydı ve bu gerçekleştiğinde çoğunlukla o yerde daha fazla durmazdı.

33 yaşındayken İsviçre’deki Basel Üniversitesi’nde öğretim kadrosuna girer. 1 yıl bile sürmeyen bu dönemde Galenik tıbbına karşı durmaya devam etmiştir. Galenik tıbbını kullanan doktorların doğru teşhis koyamayacağını söylemektedir. Fakülte böyle bir şey karşısında dehşete düşer ve Paracelsus’u öğretimden men eder.
Tabi ki fikrinden dönmez ve asla düşünceleri için akademik onay aramadığını sadece kendisine Basel’de bunları öğretme izni verilmesini ister. Bu şekilde geçici bir zafer kazanmıştır ve patolojiyi, ilaç hazırlamayı, nabzı ve idrarı incelemeyi, yaralanmaları ve diğer hastalıkları içeren radikal tıbbi tedaviler üzerinde dersler verir. Daha da ileri giderek derslerini tıp dili olan Latince ile değil Almanca olarak verir. Böylece halk dahil kendisini herkes anlamış olacaktır.

Tabi bunlar da yetmez Paracelsus için ve otoritelerin daha da üzüleceği bir olay olur. Öğrencilerin kutlama yaptığı St.John Günü’nde klasik tıbbın kitabı, Canon of Avicenna’yı ateşe atıp yakar. Daha sonra kendisi hakkında bir dava açılır. Paracelsus (sözde) bir din adamından çok yüksek bir ücret talep ettiği için mahkeme hapis cezası verir. Böylece yine bir geceyarısı Paracelsus kaçıp yollara düşer.

Basel’i terkettikten sonra göçebe hayatında tıbbi pratiğe devam etmesi zor olmasına rağmen bunu gerçekleştirebilmiştir. Paracelsus paradoksların adamıydı denilebilir. Dışardan bakıldığında hayatı sahtekar bir simyacınınkine benziyorken kendisi aslında gerçek bir simyacıydı. Paracelsus ortaçağ tıbbını modern çağa taşırken ikisi arasında kesin sınırlar koymamıştı. İyileştirmek için bir tanrının, meleklerin, cinlerin, şeytanların ve her türlü ruhların kullanılabileceği fikrini hep korumuştur. İyileştirdiği durumlar mucizevi göründüğünden çoğu onu bir çeşit büyücü sanmıştır ama o asla bir büyücü olduğunu kabul etmemiştir. Sadece bunun doğanın iyileştirme gücü olduğunu biliyordu ve tanrının onu oraya yerleştirdiğini düşünüyordu ve ne zaman doğal bir iyileşmeye tanık olsa bu inancı daha da pekişmekteydi. Tanrı, Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi düşünüyordu. Bunlar gerçek simyacıların özelliğiydi.

Bu nedenle asla simyayı; çözeltimi, buharlaştırmayı, çökeltmeyi, damıtmayı terketmemişti. “Altın yapmayı bırakın, ilaç bulun.” diyordu. Çünkü işe yaradıklarını biliyordu. Bu yönü sayesinde 1526′da çinko elementini de tanıyan ve isimlendiren ilk kişi olmuştur. Kimya biliminin temelleri bu şekilde atılıyordu.

Tıbbi ilaçları bitki özlerinden gelmekteydi. Kullandığı madeni bileşikler arasında ise arsenik ve cıva bulunuyordu. Maden sularını araştırmış, özellikle Pfaffer suyunun faydalarını incelemiştir. Bu suyun demir özelliklerini keşfetmede ayıraç olarak ağaç yumruları tentürünü kullanmıştır. Doğal bitkilerden edindiği çoğu özüt ve tentür o günün çoğu karmaşık ilaçlarının yerini almıştır. Bir çok karşıtı ilaçlarının zehirli olduğunu söyleyerek Paracelsus ile tartışmıştır. Onun bu konuda söylediği ise “Herşey zehirlidir, hiçbir şey yoktur ki zehirli niteliği olmasın…bir şeyi zehirli yapan sadece onun dozudur.”

Paracelsus tedavi yönündeki simyacı fikirlerine ek olarak beden sağlığının insanın kendisi (mikrokozmos) ve doğa (makrokozmos) ile olan uyumuna bağlı olduğunu düşünüyordu. Ondan öncekilerin düşüncesinde bu fikir sadece ruhun arındırılmasına yararlı diye ifade edilirken ona göre sadece bununla sınırlı değildi. Ona göre mikrokozmos ve makrokozmos arasındaki ilişkideki benzerlikler insanın sağlığının nasıl bu ikisinden etkilenebileceğini gösteriyordu.

Periler

18. yüzyılın başında, ünlü antropolog WY Evans-Wentz , tanıştıkları yerlilerden perilerle ilgili hikayeler toplamak için İrlanda, İskoçya Highlands, Brittany, Galler, Cornwall ve Man Adası'nı ziyaret etti. Bu bölgelerin halkının perilerle (aynı zamanda Adil Halk olarak da bilinir) ölü arasında güçlü bir bağlantı olduğuna inandığını öğrendi.İrlanda'da, perilerin, uyarı ve bilgelik sağlamak için geri dönenlerin ruhları olduğu inancı vardı. Galler'de periler Tylwyth Teg olarak biliniyordu ve perilerin stereotipik görünümünün aksine, Galli yerliler bu 'ataların' ruhlarının 6 metreden daha uzun olduğuna inanıyorlardı.


20. yüzyılın başlarında, İrlanda'nın ve Britanya'nın büyük kırsal alanlarının perilerin varlığına dair sağlam bir inanca sahip olduğunu öğrenmek sizi şaşırtabilir. 'Peri' terimi, eski Fransız kelimesi 'feie' kelimesinden türetilen 'fay' kelimesinden gelir. Bu kelime Latince Kader 'fata' kelimesinden geldi. Kader, insan servetlerinde büyük rol oynayan doğaüstü varlıklardı.

Perileri içeren hikayelerin kökenine dair bazı karışıklıklar var. Eski Keltlerin doğaya tapınma eğilimleri ve perilerin çoğu zaman unsurlarla ilişkilendirildiği gerçeği göz önüne alındığında, perilerin Hıristiyanlık öncesi dönemde tanrılar olarak ibadet edildiğine dair ısrarlı bir his vardı. Viktorya döneminde, modern antropologların hatalarından kaynaklandığının yaygın bir inancıydı.

Yaptığımız şey Geoffrey Chaucer ve çağdaşlarının beğenilerinin 14. yüzyılda 'faeries' hakkında yazdıkları. Çağın yazarlarına göre, bu varlıklar büyü ve yanılsamaya sahipti. Perilerin ya yeraltında ya da tarih öncesi Cairnslerde, kalelerde ve dünya höyüklerinde yaşadığı genel olarak anlaşıldı. Sonuç olarak, Fairy Hill, Fairy Mound ve Fairy forts gibi siteler isimlerini aldı.

Dünyadaki Periler

Perilerin varlığı genellikle İngiltere ve İrlanda ile ilişkilendirilirken, dünyadaki çoğu ulus bu büyülü yaratığın kendi versiyonuna sahiptir. Örneğin, Kuzey Carolina’daki Cherokee yerlileri perileri Yunw Tsunsdi olarak adlandırıyor. Bu küçük insanlar etkili bir şekilde elf benzeri yerlilerdir. Cherokee bu elflere saygı duyuyor, çünkü insanlık öncesi bir yaşa ait ruhlar olduğuna inanıyorlar.

Doğu Avrupa'da, bazı ülkelerde perilerle ilgili hikayeler var. Almanya'da, tahribata neden olan madenlerde çalışan kötü ruhları vardı. Madenciler kobold'ların çalındığını duyduğunda, çalışmamasını biliyorlardı. Bir Macar yazar, belirsiz 'siyah ve grotesk' insanlara benzeyen belirsiz yaratıkların ana hatlarını gördü.

Peri folkloruyla ve Küba, Yeni Zelanda, Romanya, Arjantin ve Kanada gibi yerlerde görülmeye devam edebilirim ama bunun yerine perilerin yaşadığı yerin tanımlarına geçeceğim. Tabi ki 'Fairyland' perilerin ikamet ettiği anlamına gelir, ancak yine de, nerede ve ne olduğu konusunda farklı versiyonlar vardır. İnananlar, çeşitli ruhsal alemlerin bulunduğuna işaret eder; Tir-nan-Og'un benzerleri bize oldukça yakınken, diğerleri o kadar nadir görülür ki bir insan asla onlara ulaşamaz.

Cornwall’da, Fairyland’in tanımları yüce olandan sıradanlara kadar uzanır. Robert Hunt tarafından yazılan 'Kayıp Çocuk' adlı destansı masalında, genç bir çocuk büyüleyici müziği takip ediyor, güzel bir kadınla tanışıyor ve muhteşem bir saraya götürülüyor. Ancak, bir başka Cornish hesabı Fairyland’in keçilerin ziyaret ettiği normal bir yerden başka bir şey olmadığını öne sürüyor!

Tir-nan-Og, Tuatha de Danann'ın Welsh lore'da yaşadığı yerdi; Fairyland görünüşte denizciler tarafından görülüyordu; Pembrokeshire ve Carmarthenshire arasındaki yemyeşil çayırları tarif ettiler. Eski İskandinav mitolojisine göre, elfler ve periler gibi farklı büyülü varlıkların yaşadığı Dokuz Dünya vardır.

Teresa Mooney tarafından 'The Fairy Bible' da benimsenen ilginç bir teori, Fairyland’in her biri dört elementten biriyle ilişkili dört şehirden oluşmasıdır.

- Gorias: Bu şehir Doğu'da ve Hava ile ilişkili. Sakinlerin huzur ve sükunet duygusunu paylaşması nedeniyle yaşamak için harika bir yer.

- Finias: Bu şehir Güney'de ve Ateş'le ilişkili. Finias halkı iyi kalplidir ve sürekli gün ışığından yararlanır.

- Murias: Bu şehir Batı'da ve Su ile ilişkili: Okyanusa yakın bir yerde, gelişen ve canlı bir yer.

- Falias: Bu şehir Kuzeyde ve Dünya ile bağlantılı. Sürekli karanlıkla kaplı olduğu sürece Finias'ın tam tersidir. Sakinleri yok ama Falias’ın mücevherlerle kaplı çok sayıda metal kulesi var.

Peri Çeşitleri

Belirttiğimiz gibi, başlangıçta, perilerin minik kanatlı yaratıklar olarak izlenimi (Tinkerbell'i düşünün) işaretini taşıyor. Gerçekte, hem iyi hem de kötü olmak üzere çok çeşitli periler vardır. İşte daha iyi bilinen peri türlerinden bazılarına genel bir bakış.

- Goblinler: Bu peri türü çirkin, kötü huylu ve karanlık yerlerde yaşama eğiliminde. Wirt Sikes’in 1880’deki İngiliz Goblinleri kitabında Goblin’leri “madenci kılıcını kötü taklit eden” kıyafetler olarak tanımlamaktadır.

- Hobgoblins: Bu peri çiftlikte yaşıyor ve ocağın sıcaklığını sevdiği için yakına yaklaşmak için eve girebilir. Bazen, sıkıntı yaratırlar, ancak birileri onları rahatsız etmediyse genellikle iyi huylu olurlar. Onlar Brownie kabilesinin bir parçası.

- Brownies: Bu yalnız periler bir eve bağlanır ve evin karanlık bir köşesinde, evin yakınındaki bir dolapta veya içi boş bir ağaçta yaşar. Kek yardımcı olur periler ve işleri düzenli tutar. Efsaneye göre, bir kase kremayı bir ödül olarak bıraktığınızda takdir ettiler.

- Pixies: Bu peri İngiltere'nin Batı Ülkesi bölgesi ile ilişkili ve Cornwall'daki Piskie olarak bilinir. Yüzyıllar önce, bu bölgelerdeki insanlar neredeyse tek taraflı olarak Pixies / Piskies'e inanıyorlardı ve hatta bu perilerin farklı bir dans pistine sahip olmasını sağlamak için çatıda 'pis güçler' vardı.
Pikseller insanlara zarar verebilecek veya zarar verebilecek yaramaz yaratıklardır.

- Elfler: İskandinav Mitolojisine göre Karanlık Elfler ve Işık Elfler vardır. İskoçya'da, Kara Elfler Troller olarak bilinir. Danimarka irfanında, erkek Elfler yaşlı adamlar gibi göründü ve eğer çok yaklaşırsanız, ağızlarını açarlar ve nefesleriyle hastalanırlar. Ay ışığında dans eden dişiler ve genç erkeklerin büyüleyici elflerin kalplerini çalmalarını engellemek için uyarıldılar.

- Cüceler: Bu peri, İzlandalı ve Hintli yarası ile ilişkilidir; cüceler genellikle yeryüzünde yaşadılar ve kıymetli taşlar ve metaller için kazdılar. Bulundukları sihirli taşlar onlara bilgelik ve görünmez olma yeteneği verdi.

- Cüceler: Her ne kadar birçok geleneksel masal Gnomları Goblinler veya Cüceler ile eşitlemiş olsa da, 15. yüzyılda orijinal olarak dünyadaki elementler olarak sınıflandırılmıştır. Diğer elementler gibi, Gnome'ların insanüstü hıza sahip olduğu, ölümsüz ruhlara sahip olmadığı, insanlardan çok daha uzun yaşadığı söylenir. Ayrıca büyük hazineleri korumak için de bilinir.

- Periler: Bunlar Yunan mitolojisine bağlı doğa perileridir. Normalde güzel kadınların kılığında görünürler ve göller, dağlar, yaylar veya çayırlar gibi doğal manzaralarla ilişkilendirilirler.

Peri Buluşmaları ve Bulguları

Perilerle karşı karşıya kalan çok sayıda insan raporu var. 20. yüzyıldan önceki öykülerle ilgili sorun, çoğunun neredeyse kesin olarak yanlış olan bilgiyi temel almasıdır. İşte en ünlü peri karşılaşmalarından birkaçı.

Erceldoune'dan Thomas Rymour

'Gerçek Thomas' olarak da bilinen Rymour, 13. yüzyılda görünüşe göre perilerle tanıştı. Hikayeye göre, Elfland Kraliçesi Thomas'a aşık oldu ve hükümdarın hem iyi hem de kötü taraflarını tecrübe etti. Onunla periler ülkesinde yedi yıl yaşadı ve yalnızca kraliçe şeytanın Thomas'ı yedi yıllık haraçının bir parçası olarak kabul edeceğinden endişelendiğinde serbest bırakıldı. Thomas eve döndüğünde, 'görüşü' vardı ve yalan söyleyemiyordu.

Robert Kirk

Kirk, Elflerin, Faunların ve Perilerin Gizli Topluluğu'nu meşhur eden 17. yüzyıldan kalma bir İskoç bakanıydı. 1692'de Aberfoyle'deki Peri Knowe'un yanında ölü bulunduktan sonra, yerel halk gerçek vücudunun periler tarafından kaçırıldığı ve geride bırakılan cesedin bakana ait olmadığı konusunda ikna oldular. Kirk kuzenine göründü ve Fairyland'de bir mahkum olduğunu söyledi.

Kuzenine, Kirk'ün oğlu vaftiz edildiğinde, onu kurtarmanın tek yolu olduğu için, hançerini bakanın hayalet şeklinin üzerine atması söylendi. Ne yazık ki, Kirk'ün kuzeni görevinde başarısız oldu ve bakan sonsuza dek esir oldu. Bu güne kadar Kirk'ün sandalyesi Aberfoyle'de.

Dr. Edward Williams

Williams, 1757'de henüz yedi yaşındayken perilerle olan karşılaşmasından bahsetti. 100 metreden uzakta dans etmeyen sekiz çiftle karşılaşan dört çocuktan biriydi. Çocuklardan daha küçüktü ama cüceler gibi görünüyorlardı ve kırmızı kıyafetler giyiyorlardı.

Cottingley Perileri

Bu, tartışmasız tüm zamanların en ünlü peri karşılaşmasıdır, çünkü 20. yüzyılın başlarında bir sansasyon yarattı. 1917 ve 1920 yılları arasında, Yorkshire’dan bir çift kız öğrenci (Elise Wright ve Frances Griffiths), Bradford’a yakın olan Cottingley köyünün derenin yanındaki ormanda beş fotoğrafını çekti.

Fotoğraflar, 1920'de Strand dergisinde Sir Arthur Conan Doyle tarafından yayınlanan bir makaleyle birlikte yayımlandı. Hikayelerinin, birkaç yıl sonra, kızların beş fotoğraftan dördüncü numarayı taklit ettiklerini kabul etmesiyle, çoğu kişi tarafından inanıldı. İlginç bir şekilde, kızlar Cottingley'de periler gördüklerini ve sadece gördüklerini çoğaltmaya çalıştıklarını iddia ediyorlar. Ayrıca, fotoğraflardan birinin orijinal olduğunu da iddia ettiler.