İnanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2023 Pazartesi

Kur'an ayı Ramazan



Kur'an ayı Ramazan

Ramazan Kur’ân ayıdır. Kur’ân’ın indiği mevsimdir. Ramazan, kudsiyetini Kur’ân’dan alır. “Ramazan ayı ki, onda Kur’ân indirildi” (Bakara Sûresi, 185) mealindeki âyet bu gerçeği ifade eder.
Ramazan, Allah kelâmının yeryüzüne inmeye başlamasının yıldönümüdür. Diğer vakitlere nazaran bu ayda Kur’ân’la daha çok meşgul olunur. Okunur, dinlenir, mânâsı tefekkür edilir. Kâinata, hâdiselere onun açtığı nurlu pencereden bakılır.
Her zaman Kur’ân’la iç içe olan Sevgili Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bu ayda Kur’ân’la meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan girdiğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin huzuruna gelir. Birlikte Kur’ân’ı okurlar, mütalâa ederlerdi.

Bizler de bu mübarek hâli düşünerek Kur’ân’la meşgul olursak mânevî payımız o derece artacaktır.

Okurken, sanki Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte okuyormuş gibi hayâlen o ânı yaşamak; sanki Kur’ân yeni inmiş de ilk defa biz okuyormuşuz gibi bir düşünceye dalmaktır.

Dinlerken de sanki Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem okuyor da ondan dinliyor, sanki Cebrail Aleyhisselâmdan işitiyor, hattâ Cenâb-ı Haktan duyuyor gibi bir huşû içinde bulunmak, bu hisseyi artıran duygulardır.

Her Ramazan’da cami ve mescitlerde ve evlerde mukabele okunur. Böylece Peygamber Efendimizle Hz. Cebrail’in okuyuş şekilleri taklit edilir ki, kudsî bir hava yaşanır.

Ramazan’da yapılan ibadetlerin sevabı bire bindir. Başka vakitler okunan her Kur’ân harfine bir sevap verilirken, bu ayda sevaplar binleri, on binleri bulur. Kadir Gecesinde otuz bini geçer.
Read More

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Dürzilik

Dürzilik


Fatimi halifesi el-Hakim Biemrillah'ı tanrı olarak kabul eden ezoterik bir inanç akımıdır. 11. yüzyılda Suriye'de ortaya çıkan bu akımın adını kurucularından Ebu Abdullah Muhammet bin İsmail Anustegin ed-Derezi'den aldığı ileri sürülmektedir. Kimi araştırmacılar, Dürziliği İslam'ın Batini akımları arasında saymalarına karşın, Sünni şeriatıyla olduğu kadar Şii-Batini anlayışla da çatışan tarafları vardır.
Dürziliğin Kökeni

Dürzilerin ırk olarak kökenleri konusu tartışmalıdır ve oldukça farklı köken kuramları ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre Dürzilerin kökeni, Hititlere ya da Galatlara kadar geri götürülür. Bazı araştırmacılar, eski İran kavimlerinden Perslerin ve Medlerin inançları olan Mazdeizm ile Dürzilik arasındaki benzerlikleri kanıt sayarak, Dürzilerin bu kavimlerin soyundan geldiklerini ileri sürerler. Kimi etnograflar ise Dürzilerin Asurlular tarafından sürgün edilmiş barbar bir kavmin devamı olduklarını savunurlar.

Dürzilerin kökeni hakkında bir başka görüş, bunları Fenikeliler ile ve özellikle Eski Ahit'te I. Krallar 5:6 'da sözü edilen ve Süleyman Tapınağı'nın yapımı sırasında Lübnan dağlarından kereste sağlayan Saydalı isçilere bağlamaktadır. Uzun yıllar boyunca Lübnan'da yasamış olan Haskett-Smith, “The Druses of Syria” (Suriye Dürzileri) adlı yapıtında: “Dürziler, kendilerinin Süleyman Tapınağı'nı yapanların torunları olduklarını ileri sürüyorlar; oysa Eski Ahit ve Yahudi tarihi hakkında bilgileri pek sınırlı.” diye belirtmektedir.

Dürziler, kendilerini Arap ırkından sayarlar. Dürzilerin kökeni konusunda en çok yandaş toplamış olan görüş, Dürzilerin Yemen'deki Süryani kökenli Araplar oldukları biçimindedir. Bu görüşe göre Dürziler, büyük bir sel felaketinden sonra Yemen'den ayrılarak kuzeye göç ettiler. İslam'ın yayılması sırasında bu yeni dini benimseyerek, Lübnan'ın dağlık yörelerini yurt edindiler.

Dürzilerin kökeni hakkında Batı'da geliştirilmiş olan bir söylenceye göre Dürziler, Haçlı Seferleri sırasında Lübnan dağlarına yerleşmiş olan Dreux Kontu ve adamlarının soyundan gelmektedirler. Bu topluluğun torunları kendi dil ve dinlerini tümüyle yitirmişlerdir. Dürzi sözcüğünün kökeni de Dreux'ten türemiştir. Söylenceye göre, 12. yüzyılda yörede kalıp, memleketlerine dönemeyen bu Haçlılar, Müslümanların baskısı karşısında Comte de Dreux'nün komutası altında dağlara çekilmişler ve yerliler ile evlenerek ayrı bir topluluk oluşturmayı başarmışlardır. 17. yüzyılda bu söylence daha da geliştirilmiş ve Dürzilerin başında bulunan Emir 2. Fahreddin'in Lorraine hanedanı ile kan bağı bulunduğu ve bu yolla ilk Kudüs Haçlı Kralına bağlandığı ortaya atılmıştır. Fahreddin'in 1613-1618 yılları arasında Floransa ve Paris'te kaldığı, hem Medici hanedanı hem de Fransa Kralı 13. Louis ile Osmanlılara karşı ittifak kurduğu bilinmektedir.

Dürziliğin inançsal kökeni, Mısır'daki Fatimi devletine dayanmaktadır. Araştırmacılar, Dürziliğin tarih sahnesine çıkışını, Fatimi halifesi el-Hakim Biemrillah'ın kendisinin Tanrı olduğunu ileri sürdüğü 1017 yılı olarak kabul ederler. Bu yıl, Dürzilerce takvim başlangıcı biçimde değerlendirilir.

el-Hakim'in veziri olan Hamza bin Ali, Hakim'in Tanrılığına dayanan bu yeni inancı yaymak görevini üstlenir ve Hakim'in imamlığını ve Tanrılığını savunan iki risale kaleme alır. Bu risalelerde Allah'ın yedi imama hulul ederek insan biçimine büründüğünü, Hakim'in özünde Allah'ı bulunduran son imam olduğunu iddia eder.

Hamza, Hakim'in Tanrılığının yanı sıra, kendisinin de peygamber olduğunu ortaya atar. Hamza bu yeni inançları yayması amacıyla Anustegin ed-Derezi'yi Suriye'ye gönderir. Anustegin, Suriye ve civarında yaptığı propagandalarda oldukça başarılı olur. Diğer taraftan 1020 yılında Hamza, Kahire'de bir camide inançlarını açıkça duyurur ve bunun üzerine Hamza karşıtı büyük bir ayaklanma başlar. Hamza, bir süre Hakim tarafından korunur ve sonra ortadan yok olur. Halife Hakim ise, giderek genişleyen ayaklanma karşısında özellikle Fustat kentine karşı müthiş bir intikam hareketine girişir. Ne var ki tam bu sırada halife Hakim de 23 Şubat 1021 gecesi esrarengiz biçimde ortadan kaybolur. Hakim ve Hamza'nın yandaşları, Mısır'ı terk etmek ve Suriye'de Anustegin ed-Derezi tarafından oluşturulan topluluklara katılmak zorunda kalırlar.

Zamanla güçlenen Dürziler, Haçlı Seferleri sırasında İsmaililer ile birleşerek İslam ordularına karşı Hıristiyanların yanında yer alırlar. Ancak bu dönemde o yörede yasayan İsmaililer ile Dürziler arasındaki ilişkiler hakkında açık bir fikir edinmek olanaklı değildir. Bir çok araştırmacı, bu iki mezhebi birbirine karıştırmıştır. Kesin olarak bilinen, her iki mezhebin de Haçlı Seferleri'nin sonuna kadar Hıristiyanların müttefiki olarak kaldıklarıdır.

Haçlı Seferleri'nden sonra yörede varlıklarını sürdüren Dürziler, Kaysiler ve Yemaniler diye iki kola ayrıldılar. Yemaniler, Mercidabık Savaşı'nda Osmanlıların yanında yer aldı. Daha sonraki yıllarda sık sık çıkardıkları ayaklanmalar ve kargaşalıklarla Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sorunlu topluluklardan biri olma özelliklerini sürdürdüler.

1. Dünya Savaşı sırasında diğer Arap kabileleri gibi Osmanlılara karşı harekete geçtiler ve Fransız işgali sonucu Osmanlı yönetiminden ayrıldılar. Fransızlar Dürzilerin yaşadıkları yörede özerk “Cebel-i Dürz Emirliği”ni kurdular. Dürzi Emirliği, 1936'da kaldırıldı ve Dürzilerin bir kısmı Suriye'ye, bir kısmı da Lübnan'a bağlandı.
Dürziliğin İnançları

Dürziliğin inançsal temeli, Hamza bin Ali tarafından oluşturulmuştur ve dört temel ilkeye (farz) dayanır.
1. Hakim'i Allah Bilmek

Hakim, hem Allah hem de insandır (Lahut-Nasut). Bu iki nitelik birbirinden ayrılmayacak ölçüde iç içe geçmiştir. Allah'ın tüm işleri anlamlı ve bilgecedir. İnsan aklı O'nu ve işlerini kavrayıp tanımlayamaz. Allah, bir çok kez insan biçiminde ortaya çıkmıştır; en son olarak Hakim biçiminde kendisini göstermiştir. Kötülükler ve bozukluklar ortadan kalktığında gizlendiği yerden bir kez daha ortaya çıkacak, Dürzileri ödüllendirip inançsızları cezalandıracaktır
2. Emri Bilmek

“Kaim al-Zaman” olarak da adlandırılan emir, Hamza bin Ali'nin kendisidir. Hamza, Allah'ın ilk yarattığı, ilk cevheridir. Evren ve tüm diğer varlıklar ondan yaratılmıştır; bu nedenle Hamza, yaratıkların en onurlusu ve Allah'ın elçisidir. Dünya ve Ahret islerini yöneten, ceza ve ödül veren odur. Allah'ın öz nurundan yaratıldığı için, imamların imamı olup, kıyamet gününde sevap ve ikab onun eli ile yapılacaktır. Yer, içer, el ile tutulur. Babası ve anası vardır. Karısı ve çocukları yoktur. O, nedenlerin nedeni ve tümel akildir (Akl-i Külli).
3. Hududu Bilmek

Tanrısal emirleri öğreten ve yayanlara “Hudud” denir. Hudud'un başı Hamza'dır ve onunla birlikte sayıları beşe ulaşır. Bunlara “Vezir” de denilir. Hamza'dan sonra gelen dört hudud, yaratıkların en onurlularıdır, evlenmedikleri gibi her türlü günahtan uzaktırlar. Bunlar dışında hudud sayılan üç grup daha vardır: “Dai”ler, “Mezun”lar ve “Mukassir”ler.

Dinin önderleri diye adlandırılan “hudud” aslında beş Tanrısal ilkeyi temsil etmektedir. Beş Dürzi önderin de kişiliklendirilen bu beş ilkeden ilki erkek ilke olan Evrensel Akıl'dır ve Tanrı'nın ilk yarattığı varlık olan Hamza bin Ali tarafından temsil edilir. İsmail bin Muhammed tarafından kişiliklendirilen ikincisi Evrensel Ruh 'tur (Nefs) ve dişi ilkedir. Bunların ikisinden, Muhammet bin Vehb'de kişiliklenen, Söz (Logos) türemiştir. Söz ve Evrensel Rus'tan üreyen ve Selame bin Abdullah'da kişilik kazanan dördüncüsü ise Sağ Kanat (el-Cenahu 'l-Eymen) ya da Yöntem'dir. Sağ Kanat'tan aynı biçimde üreyen ve Bahaeddin Muktena'da kişiliklenen Sol Kanat (el-Cenahu 'l-Yesar) ya da İzleyen besincileridir. Bunlar, aynı on sefirotun Kabalacılardın gizem ağacını oluşturması gibi, Dürziliğin dinsel hiyerarşisini oluştururlar. Büyük olasılıkla Dürziler, bu kavramları Kabalacılar'dan almışlardır.

Dürzilerin kutsal simgesi Beş köşeli bir yıldızdır. Bu yıldızın her bir köşesi ayrı renkte olup, Beş hududu ve onların niteliklerini temsil eder:

Yeşil: Gerçeğin anlaşılması ve kavranması için gerekli olan “Akıl”dır. Allah'ın iradesini temsil eder.

Kırmızı: “Nefs”tir ve varlığın sınırlarını belirler. Akla yardımcıdır.

Sarı: Gerçeğin en yalın ifadesi olan “Söz”dür. İlk ikisine yardımcı olmaktadır.

Mavi: “as-Sabik”tir. İradenin düşünsel gücünü temsil eder. Söz'e yardımcı olmak ve onu her türlü kötülükten koruyarak, evreni uyum ve düzen içinde tutmak üzere yaratılmıştır.

Beyaz: “al-Tali”dir. Mavi'nin gerçekleşmesi ve gücün maddeleşmesidir.
4. Vasiyetlere Uymak

Bazı ahlak kurallarından oluşan ve “Hasil” da denilen vasiyetlere uyulması zorunludur. Bu kurallar:Doğru sözlü olmak (Sidk al-Lisan).
Kardeşlik, mezhep üyelerini koruma (Hifz al-İhvan).
Önceki tüm ibadetlerin ve dinsel inançların terk edilmesi.
İblis'ten ve tüm kötülerden uzak durmak.
Hakîm'ın tek Tanrı olduğuna inanmak (Tevhid al-Hakîm).
Hakîm'ın buyruk ve eylemlerine boyun eğmek.
Hakîm'ın iradesine teslim olmak.

Öğretileri su şekilde özetlenebilir: Yalnızca tek bir Tanrı vardır. O, bilinmez ve bilinemez, tahayyül edilemez. Yalnızca O'nun varlığını, var olduğunu doğrulayabilir ya da bilebiliriz. Tanrı insan biçiminde dokuz kez görünmüştür. Bunlar, bedenlenme (incarnation) biçiminde değildir, zira Tanrı bir bedene gerek duymaz, bu belirmeler daha çok bir insanın elbise giymesi gibi Tanrı'nın beden giymesi tarzında olmuştur.

Dürzilerde bilgeliğe yalnızca belirli bir dinsel eğitimi tamamlamış olan seçkin kişilerce ulaşılır; bunlara “akıllılar” anlamına gelen “Ukkal” denir. Bunlar başlarına beyaz sarık sararlar ve kendi aralarında özel toplantılar düzenlerler. Dürzilikte “Ukkal”ın uygulamakta olduğu dokuz dereceli bir hiyerarşik yapılanma bulunmaktadır. İnisiyasyonun ilk yılında deneme süresini tamamlayan aday, asil üyeliğe kabul edilebilir. Çıraklık devresini tamamlayan Dürzi'nin ancak ikinci yılda inancının simgesi olan beyaz sarık takmasına izin verilir ve mezhebin tüm gizem törenlerine katılmaya hak kazanır.

Çoğunluğu oluşturan diğerleri Dürzi inançlarının yalnızca sınırlı bir bölümünü bilirler ve bunlara da “cahiller” anlamına gelen “Cuhhal” denilir. Bunlar ancak herkese açık ibadet yerlerinde buluşurlar. Böylelikle iki katlı bir inançsal yapıya sahip olan Dürzilik, kendine özgü bir ezoterik yapı ortaya koymaktadır. Bu tür iki katlı inançsal yapıların özellikle Manicilik, Bogomiller, Paflikyanlar ve Batı'da Katharlar'da bulunduğu bilinmektedir.

Dürzilerin inançsal ilkelerinin yalnızca bir tür inisiyasyondan geçmiş kendi mezhep üyelerine açıklanan gizler olması nedeniyle, inanç ve öğretileri tam olarak bilinmemekle beraber Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet karışımı bir ulaşımcı sentez gibi değerlendirilmektedir.

Tapınmaları gizli olduğundan törenleri hakkında güvenilir bilgilere sahip değiliz. Yüksek ağaçlıklar arasında ya da dağların tepelerinde gizlenmiş kutsal yapılarında hemen hiç süsleme yoktur. Belirli bir ritüelleri ve okudukları bir duaları da yoktur, ama törenler sırasında ilahiler söyler ve kutsal kitapları okurlar.

Son olarak, sanki gizli bir örgüte benzerliklerini tamamlamak için, Dürzilerin birbirlerini tanıyabilmek amacıyla benimsedikleri işaret ve şifreler olduğunu ve bunların karşılıklı olarak alınıp verilmemesi halinde gizemlerine dair tek sözcük etmedikleri bilinmektedir.
Günümüzde Dürzilik

Dürziler bugün Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün'de dağınık topluluklar biçiminde yasamaktadırlar. En yoğun olarak yasadıkları bölge Lübnan'ın dağlık yöreleridir. Dürziler, uzun yıllardan beri Lübnan dağının güneyi ile Anti-Lübnan dağlarının batısı arasında kalan; kuzeyde Beyrut'tan güneyde Sur'a ve Akdeniz kıyılarından Şam'a kadar uzanan bölgede oturmaktadırlar. Ayrıca az sayıda da olsa Avrupa, ABD ve hatta Avustralya'da da Dürzi toplulukları bulunmaktadır. Dünya üzerinde toplam sayılarının yaklaşık 350.000 kadar olduğu sanılmaktadır.

Müslümanlar, Dürzileri Müslüman olarak görmezler. Buna karşılık Dürziler kendilerini Müslüman olarak, hatta Müslümanların en doğru inançlısı biçiminde değerlendirirler. Kendilerini “Muvahhidin” (Tanrı'nın birliğine inananlar) olarak adlandırırlar.
Read More

Dehr İnancı

Derh İnancı

Aslolarak âlemin yaratılışından yok oluşuna kadar geçireceği zamana isim olmuştur. Ezherî'ye göre Araplar karında uzun zamana "Dehr" denildiğinden, dünyanın ömrüne de aynı isim verilmiştir.

Bazı kimseler de belalar ve musibetleri "Dehr'e isnat ederek "Dehr'den şikayet ve nefret etmişlerdir. Bu izaha göre "Dehr", büyük bir güç olarak bilinmektedir.
Cahiliye Devrinde Dehr İnancı
br />Cahiliye Araplarına göre insan, varlığını Allah'ın yaratmasına borçludur. İnsan yaratılınca, yaradanıyla bütün bağlarını keser. Yeryüzüne geldiği andan itibaren varlığını, hayatını çok daha kuvvetli bir başka gücün eline koyar. Onun yönetimine girer. Bu diktatör gücün yönetimi de insanoğlunun ölümüne kadar sürer. Ölüm de hayatı boyunca zulmü altında nlediği bu gücün son darbesidir. Bu gücün adı, "Dehr'dir.

Hayatın akışı, "Dehr'in kontrolünde kabul edilmiştir. Bu düşünce, Kurân-ı Kerîm'de inkarcı Arapların ağzından şöyle anlatırlır:

"Biz, yaşarız, ölürüz. Bizi Dehr'den başkası helak etmiyor."

Cahiliye Araplarının hayat görüşü, merkezinde "Dehr" adı ile bilinen karanlık ve esrârengiz bir düşünce taşır. Tabiat, yaratıcı; Dehr ise öldürücüdür. "et-Tab'ul-muhyî ved'd-derhru'l-müfni" cümlesiyle özetlenen bu düşünce, beşikten mezara kadar kişinin hayatına el atar ve pençesi altında tutar.

Kozmolojik alanda, rızık, ecel, saadet ve şekâvet gibi insan hayatını ilgilendiren birçok yönün "Dehr" ya da "Eyyam" diye adlandırılan kaçınılmaz bir kuvvet tarafından daha başlangıçta tayin edildiği düşüncesi, bu hayat görüşünün en belirgin vasfıydı.

"Dehr", ibadet edilecek bir ilah değil, dikkate alınması gereken kozmolojik bir kuvvetti.Watt, bu ifadeleriyle "Dehr'i kozmolojik bir kuvvet olarak tarif etmektedir.

Gerçekten de "Dehr" kozmolojik bir kuvvet midir, yoksa Cahiliye Araplarının muhayyilesinde ürettikleri bir tanrı mıdır? Kurân'ın yaklaşımı, bize "Dehr'i tanrı olarak kabul ettiklerini haber vermektedir.

İslam öncesi Arap şiiri, insan hayatının "Dehr" ile kontrolü ya da tayin ve tespiti ile ilgili atıflarla doludur. Bir kimsenin başına gelen, hep "Dehr" tarafından ortaya konur. Onun başarısı, daha çok bahtsızlığı, "Dehr'den gelir. "Dehr", hedefini hiç şaşırmayan oklar atar.Arap atasözleri arasında "Dehr'den daha şiddetli" cümlesi meşhurdur.

Türkçemizdeki "Felek" kavramının çağrıştırdığı mânâ da "Dehr'in mânâsıyla ortaktır. Ancak "Felek" inancı, yaratıcı mânâsında olmayıp genele kötülüklerin kendisine nispet edildiği bir kavram olarak görülmektedir.
Hadislerde Dehr İnancı

Kurân-ı Kerîm'de sadece iki yerde geçen "Dehr" kelimesi, "zaman" ya da "çok uzun zaman" manasında kullanılmıştır. Hz. Muhammed'in hadislerinde de aynı manada kullanıldığı gibi  "Allah" manasında da kullanılmıştır.

Kurân ayetleri ve hadisi şerifler ışığında konu incelendiği zaman, insan rızkının, ecelinin, saadet ve şekavetinin önceden tayin ve tespit edilmiş olduğu fikrinin İslamî anlayışta "kader" kavramıyla izah edildiği görülür.

Bu anlayış içinde birbirine yakın manada iki müterâdif kelime olarak ifade edebileceğimiz "Dehr" ve "Kader" kelimelerini, bütün bunların ifade ettiği manadaki, her şeyi yaratan Allah olarak da anlayabiliriz. Zaten bahsimizle ilgili bir kısım hadisler de bu manayı ifade etmişlerdir.

Hz. Muhammed,

"Vay şu dehr'in mahrumiyet ve hüsranına! diye sebbetmeyiniz; çünkü dehr, Allah'tır."

buyurmuştur. Başka bir hadiste;

"Resulullah, şöyle buyurdu: Allah, şöyle buyurdu: Ademoğulları, dehr'e hakaret ederler. Oysa ben, dehr'im. Gece ve gündüz, benim elimdedir."

Bu bir hadisi kutsî ve buna rağmen mevsukiyeti şüpheli ise de, bunun, adı birden fazla isnad zincirinde görülen ez-Zühri'nin zamanında yaygın olduğu görülmektedir. Sonraki alimler, Allah'ın Dehr'le bu tarzda aynîleştirilmesinden dolayı şaşırmışlar ve bundan kaçınmak için çeşitli yolları denemişlerdir. Bu yollardan biri de, "ene'd-dehrü" yerine "ene'd-dehriyyü" şeklinde okumak ve bu okuyuş şekline "Ben, ebediyim." manasını vermekti.

İbn Kuteybe, şu örneği ele almayı tercih etti: "Zeyd, Feth'dir." cümlesi, Zeyd kölesi Feth'e o işi yapmasını emrettiği için katl'den dolayı sorumludur anlamına gelmektedir. Bu şekilde Dehr, her zaman olduğu gibi Allah'ın bir vasıtası olmaktadır.

Bu hadislerde açıklandığı gibi Hz. Muhammed, Cahiliye Araplarının sahip oldukları "Dehr" inancını, onların anladığı manasıyla reddetmiş ve "Sakın sizden biriniz Dehr'e sövmesin. Allah, Dehr'dir." buyurmuştur. Bunun manası şöyledir:

Kainatta cereyan eden hadiseleri Dehr'in işi sanıp da Dehr'e sövmeyiniz. Bütün olayların yaratıcısı, Allah'tır. Binaenaleyh, ölüm gibi hoşa gitmeyen şeylerden dolayı onun halıkını Dehr sanıp da ona sövdüğünüzde, o sövmeniz, hoşlanmadığınız şeyleri yaratan Allah'a gider demektir.

Bu konuda Kurân ve sünnetin getirdiği esas, yukarıda da görüldüğü gibi, İslam kavramını nihai kontrolün hayr-i şahsi ve duygusuz "Dehr'e değil, bağışlayıcı Allah'a dayandığı şekliyle değiştirmiştir.
Read More

7 Ocak 2021 Perşembe

Melek Nedir?

İslam da Melek İnancı

İslamiyet te Melek Allah'ın emirlerini uygulamakla görevli nurdan yaratılmış ruhani varlıklar olduğuna inanılır. Cezalandırıcı melekler ve İblis ateşten (Semûm) yaratılır. Meleklere iman İmanın altı şartı arasındadır. Melekler insanlardan, kendilerine cüzi irade verilmemiş olmaları yönünden ayrılırlar. İslam'a göre melekler yemez ve içmezler, cinsiyetleri de yoktur.

Melek, Tanrı ile ölümlüler arasında aracılık eden doğaüstü bir varlıktır. Melekler tüm canlılara ve doğal dünyaya ve ayrıca evrendeki her şeye hizmet eder. Magic'te önemli bir rol oynarlar.

Melek terimi, "haberci" anlamına gelen Yunanca angelos'tan gelir. Benzer şekilde, Farsça angaros terimi "kurye" anlamına gelir. İbranice'de, malakh terimi aynı zamanda haberci anlamına gelir. İsim, meleğin birincil görevlerinden biri, alemler arasında gidip gelmek, insan dualarını cennete getirmek ve Tanrı'nın cevaplarıyla geri dönmek için kullanılır. Melekler ayrıca, insanlara yardım etmek veya insanları cezalandırmak için Tanrı'nın iradesini ortaya koyarlar. Melekler Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'a özgüdür; ancak, yardım etme kavramlarından ve dünyanın her yerindeki mitolojilerde var olan vesayetçi ruhlardan türerler.

Melekler, Babilliler, Persler, Sümerler, Mısırlılar ve Yahudilerin temas kurduğu diğerlerinin mitolojilerinden etkilenen Yahudilerin mitolojisinden gelişti. Yahudi melek, Hristiyanlık ve İslam mitolojisine geçti.

Kutsal Kitap melekleri Tanrı'nın temsilcileri olarak sunar. Göksel bir alemde var olurlar ve sayısızdırlar. Onlar cisimsizdir, ancak ölümlü olarak biçim alma ve geçme yeteneklerine sahiptirler. Ayrıca bazen kanatlı bazen de olmayan ateş, şimşek ve parlak ışık varlıkları olarak görünürler. İncil'de çeşitli melekler sınıflarından bahsedilir; altıncı yüzyılda bunlar hiyerarşiler halinde organize edildi.

Hristiyanlığın kilise, meleklerin görevleri, doğası, sayıları, yetenekleri ve işlevlerini kapsamlı bir şekilde değerlendirdiler. Bu teolojik ilgi Orta Çağ'da zirveye ulaştı ve Rönesans'ta azalmaya başladı.

Read More

6 Ocak 2021 Çarşamba

Şintoizm Dini

Şintoizm İnancı


Ülkenin yerli tanrılarının Şinto Japon dini. Şinto kelimesi "tanrıların yolu" anlamına gelir. Bu, onu Japonya'nın diğer büyük dini geleneği olan Buda veya Budizm'in tarzından ayırmak içindir (bkz. JAPON DİNİ). Şinto, KAMI'nin veya eski Japon tanrılarının KELİMESİ'dir. Şimdi ibadet edilenlerin çoğu, Budizm MS altıncı yüzyılda Japonya'ya gelmeden çok önce oradaydı ve bugün hala Japonya'nın Şinto tapınaklarında onurlandırılıyor.

TARİH

Orta Çağ'da kami ve buddha'ya sıklıkla birlikte tapılırdı. Kami, Budaların veya bazen Budizm'de bir Buda ile aynı ruhsal gücün özel Japon formlarının koruyucuları olarak kabul edildi. Ancak modern zamanlarda Şinto tapınakları ve Budist tapınakları ayrı tutulmuştur. Bunun nedeni büyük ölçüde Japonya'yı 1868'den II.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar 1945'te yöneten milliyetçi hükümetlerin Şinto'yu Budizm gibi yabancı kökenli herhangi bir şey tarafından dokunulmamış ayrı bir vatansever kült yapmak istemesinden kaynaklanıyor (bkz.MİLLİYETÇİLİK, DİN). Aşırı milliyetçiler, Japonya imparatorunun kendisinin bir kami olduğunu ve Amaterasu, kami veya güneş tanrıçası soyundan geldiğini vurguladılar. Bu nedenle, tüm onur ve fedakarlıklara layıktı (bkz. KRALLIĞI VE DİN). Ancak bir din olarak Şinto, bir dini milliyetçilik örneğinden çok daha fazlasıdır. Çoğu türbenin kamileri, kökleri tarım yılına dayanan festivallerde onurlandırılan barışçıl tanrılar, ailelerin ve yerel toplulukların koruyucularıdır. Aşırı milliyetçilerden çok önce oradaydılar ve onlara dayandılar. Japonya imparatoru hala çok eski Şinto ayinleri uyguluyor olsa da, dini ve politik rolü artık neredeyse her zaman tamamen sembolik olarak görülüyor.

İNANÇLAR VE UYGULAMALAR

Günümüz Japonya'sını ziyaret edenler her yandan Şinto'nun kanıtlarını görecekler. Çoğu yerde büyük veya küçük bir Şinto tapınağından veya jinja'dan çok uzak değildir. Büyük şehir mabetleri, çimenli ve bir veya iki yaşlı ağaçlı park benzeri arazilerdedir. Kırsal kesimde, türbeler genellikle çarpıcı doğal güzelliğe sahip yerlerdedir: bir dağın kenarında, bir şelalenin yanında, okyanusun yanında bir göl veya akan bir akarsu. Nerede bulunursa bulunsun, bir Şinto tapınağına giriş, Şinto'nun Hristiyan haçı veya DAVID'in Yahudi Yıldızı olarak tanınan bir sembolü haline gelen torii adı verilen kendine özgü geçit ile işaretlenmiştir. Toriinin altından geçen ziyaretçi, küçük bir ahşap bina olan tapınağa yaklaşacak. Ön tarafta, belki de kutsal dans sırasında vurulan davul gibi karakteristik Şinto sembolleri içeren bir tür sundurma olacak, gohei veya zikzak kağıt şeritleri dik bir direğe tutturulmuş ve ortada ilahiliğin varlığını gösteren bir ayna. Sundurmanın arkasındaki bir bölümde sekiz ayaklı bir sunu masası görülebilir. Arkasında, dik basamaklar devasa kapalı kapılara çıkıyor. Genellikle kapalı olan bu kapılar, kami varlığının özel bir simgesinin saklandığı tapınağın iç sığınağına açılır. Bir tapınaktan geçen kişiler genellikle dua etmek için dururlar. Tapınağın önüne gelecekler, ellerini iki kez çırpacaklar ya da zil çekecekler, eğilecekler ve bir DUA fısıldayacaklar. Rahipler belirli aralıklarla tapınaklarda adaklar sunarlar. Bununla birlikte, bir türbenin büyük günleri yıllık matsuri veya festivalleridir. Sonra tapınak gerçekten canlanıyor. Festivaller haftalarca planlanır ve hazırlanır ve genellikle büyük kalabalıklar çeker. Mutlu tatil atmosferleri var, ama ciddi ibadet ve dua ile başlayın. Önce rahipler, beyaz veya pastel cüppeleri ve siyah eboshi veya yüksek yuvarlak şapkalarıyla tapınağa girerler. Baş rahip daha sonra, yaprak dökmeyen bir dalı sallamak gibi bir hareketle tapınağı ve toplanan kalabalığı arındırır. Daha sonra teklifler yavaş ve dikkatli bir şekilde ilerletilir ve teklif masasına yerleştirilir. Teklifler genellikle güzelce düzenlenmiş pirinç, deniz ürünleri, meyve, sebze, tuz, su ve sake veya pirinç şarabı yemekleridir. Hepsi sıraya girdiğinde, baş rahip masanın arkasında durur ve norito veya dua okur. Daha sonra teklifler yavaşça kaldırılır. Bundan sonra, matsuri şenlik havasına döner, yerel geleneğe göre her tapınakta biraz farklı tutulur. Tapınak alanında bir karnaval açılabilir. Bakireler kutsal dans yapabilir. Kami, genç erkeklerin omuzlarına taşınan mikoshi denen tahtırevanla sokaklarda şiddetle taşınabilir. Pek çok tapınak geleneği ünlüdür ve seyircileri matsuri yarışmalarına uzaktan çeker. Ünlü cazibe merkezleri arasında büyük geçit törenleri, şenlik ateşleri, at veya tekne yarışları, danslar ve hepsi genellikle renkli geleneksel kostümler içeren daha pek çok şey bulunur.

ÖNEM

Pek çok Japon için Şinto, uluslarının
geçmişinin zengin geleneklerine bağlantı sağladığı için önemlidir . Spiritüel olarak, saflığın önemini vurgular, çünkü kami ve tapınaklarının çok saf yerler olduğu düşünülür ve kişi, onlara yakınlık ile kendi zihnini ve kalbini arındırabilir. Şinto, pek çok tanrı ve tanrıçayı temsil eden çok tanrılı bir din olarak, ilahi olanın birçok farklı yerel biçimde bulunabileceğini ve bu sayede toplulukların ve insanların yaşamlarına yakın olduğunu öne sürer.

Şinto Japonya'nın yaşayan ve onların atalarından kalma ruhları, kadim tanrılar ve doğaüstü güçler arasında bir köprü sağlayan yerli ve animistik felsefesi / dini. Şinto aynı zamanda çok tanrılı ve şamanisttir. İlahi olan, tüm doğa olaylarında tezahür eder.

"Şinto", "kaminin yolu" anlamına gelir ve bu da yaklaşık olarak "tanrılar" veya "ruhlar" anlamına gelir. Kami, hayranlık ve saygı uyandıran aşkın, kutsal güçler veya özler oldukları kadar varlıklar değildir. Her canlı, elementler gibi kendi kami-doğasına sahiptir.

Şinto'nun bilinmeyen kökenleri vardır; günümüze ulaşan en eski kayıtlar 8. yüzyıla aittir. Başlangıçta bir din değil, bir yaşam tarzı, dünyanın ve kozmosun iç içe geçmiş doğasının bir felsefesiydi. Merkezi bir otoritesi, öğretileri ve kutsal yazıları yoktur. Bununla birlikte, Japonların yaşam tarzı üzerinde güçlü bir etkiye sahip oldu, her şeyin birbirine bağlı olduğu anlayışını ve uyum ihtiyacını teşvik etti. Budist dininin ve Konfüçyüsçü felsefenin unsurlarını ona entegre etti.

Yüce kami, Japon milletinin ve halkının koruyucusu olarak kabul edilen Güneş Tanrıçası Amaterasu Omigami'dir. Efsaneye göre Amaterasu, Japonya'yı dünyanın en güzel yeri olarak yaratan kami İzanagi ve İzanami'de doğmuştur. Onların sayısız yavruları, yeryüzüne elementlerinde, jeofizik oluşumlarında, hayvanlarında ve insanlarında kami-tabiatı vermek için gönderildi. Tipik olarak, kaminin isimleri yoktur, ancak yereller, klanlar, köyler ve ailelerle ilişkili genel özelliklerle tanımlanır. Ortak türbelerde ibadet edilirler. Şeytanlar ve melekler gibi kamilerin de insanların işlerine iyilik ya da kötülük için müdahale ettiğine inanılıyor . Şamanistik ortamlar, kami ile iletişim kurar ve kötü şansa veya hastalığa neden oluyorlarsa iyiliklerini ararlar veya onları kovarlar.

Kaminin yanı sıra Şinto, yaşamları boyunca büyük bir manevi farkındalığa ulaşan veya büyük kahramanlık ve hatta büyük kötülük sergileyen klan reislerinin ve saygıdeğer insanların atalarının ruhlarına da tapıyor. Bu tür kişilerin kalıntıları kutsaldır. Ruhları iyilik ve şefaat için rica edilir.

Şinto tapınakları genellikle sütunlarla desteklenen sazdan bir çatıdır. Arıtma için gerekli olan tatlı suyun yakınında bulunurlar. Tori denilen tapınağa açılan kapı, sıradan ve kutsal dünyalar arasındaki eşiği işaretler. Tapınağın içinde kamiyi temsil eden kayalar veya Aynalar vardır. Sembolik teklifler, kağıt flamalar eklenmiş kısa çubuklardır.

Şinto evlerinde kamidama ("tanrı rafı") adı verilen küçük sunaklar oturma odası dolabında tutulur. Aile üyeleri, günlük pirinç, tuz, su ve yiyecek ikramlarıyla kami'ye saygı gösterirler. Hanehalkı Şinto, ev işleri ve geçiş ayinleri etrafında dönüyor.

19. yüzyılda, Şinto Japonya'da bir devlet dini oldu; çeşitli mezhepler gelişti. Şinto'nun yanında, üçüncü yüzyıl Japonya'sına kadar uzanan tennoizm veya imparatorun ibadeti vardı. İmparator, yaratıcı kami'nin bir çocuğu, bir arahito gami veya "yaşayan tanrı" ve Japon ulusu ile Amaterasu arasında aracı olarak görülüyordu. Japonya'nın II.Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinin ardından, imparator tanrısallığından vazgeçmek zorunda kaldı ve Şinto Eyaleti kaldırıldı. Mezhepsel bir din olarak varlığını sürdürdü. İmparator Hirohito 1989'da öldüğünde, savaşın sonundan bu yana gerçekleşen ilk eyalet Şinto töreni olan Şinto cenazesi verildi.

Tarikatçı Şinto, Fuji Dağı'na hac ziyaretleri, coşkulu dans ve ateşte yürüme yoluyla mistik ve kendinden geçmiş deneyimler peşinde koşan mezhepleri içerir. Diğer mezhepler kendilerini manevi iyileşmeye adarlar. Şinto mezhepleri Batı dünyasına ve Latin Amerika'ya ihraç edildi.
Read More

5 Ocak 2021 Salı

Jainizm İnancı

Jainizm Dini Nedir?


Jainizm'de , geleneksel olarak bilinen Jain Dharma'ya , eski bir Hint dinidir . Jain Dharma yirmidört liderleri veya bir arkaya yoluyla manevi fikir ve tarihinin izlerini Tirthankaras , olmak şimdiki zaman döngüsünde ilk ile Rab Rishabhanatha gelenek milyonlarca yıl önce yaşadığı tutan, yirmi üçüncü tirthankara Tarihçilerin MÖ 8. yüzyıla tarihlendiği Lord Parshvanatha ve 24. tirthankara ,Lord Mahavira MÖ 600 civarında. Jainizm, kozmolojinin her zaman döngüsüne rehberlik eden tirthankaralar ile ebedi bir dharma olarak kabul edilir .

Jain Dharma ana dini önermelerdir ahimsa (şiddetsizlik) anekāntavāda , (birçok taraflılık) aparigraha (non-ek) ve sofuluk . Dindar Jains beş ana yeminlerini ahimsa (şiddet içermeyen), satya (hakikat), asteya (çalmak değil), Brahmacharya ve aparigraha (non-possessiveness). Bu ilkeler, Jain kültürünü, ağırlıklı olarak vejetaryen bir yaşam tarzına yol açmak gibi birçok yönden etkilemiştir. Parasparopagraho Jīvānām (ruhların işlevi birbirlerine yardım etmektir) sloganı ve Ṇamōkāra mantrasıdır. en yaygın ve temel duasıdır.

Jain dharma, dünyanın sürekli olarak uygulanan en eski dinlerinden biridir ve iki büyük antik alt geleneğe sahiptir: Digambaras ve vētāmbaras , münzevi uygulamalar, cinsiyet ve hangi metinlerin kanonik olarak kabul edilebileceği konusunda farklı görüşlere sahiptir; Her iki tarafından desteklenen sıradan kişiler, ( śrāvakas ve śrāvikas ). Dinin, çoğunlukla Hindistan'da olmak üzere dört ila beş milyon arasında takipçisi var . Hindistan dışında, en büyük topluluklardan bazıları Kanada , Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndedir .

Aşağıdaki materyallerde sunulan gelenek, dünyanın yaşayan dinlerinden biridir. Okumanız bunun neden böyle olduğunu göstermelidir.

MUTLAK: inananlar en önemli neyi düşünüyorlar? Değer ve önemin nihai kaynağı nedir? Çoğu din için olmasa da çoğu için, bu bir tür eylemlilik sağlar ve bir tanrı (tanrılar) olarak tasvir edilir. Figür olabileceği gibi bir kavram veya ideal de olabilir.

DÜNYA: İnanç sistemi dünya hakkında ne diyor? Kökeni? Mutlak ile ilişkisi? Geleceği mi?

İNSANLAR: Nereden geliyorlar? Şeylerin genel şemasına nasıl uyuyorlar? Kaderleri veya gelecekleri nedir?

İNSANLAR İÇİN PROBLEM: İnsanların başa çıkmayı ve çözmeyi öğrenmeleri gereken temel sorun nedir?

İNSANLAR İÇİN ÇÖZÜM: İnsanlar temel sorunları nasıl çözer veya üstesinden gelir?

TOPLULUK VE ETİK: Din tarafından ilan edilen ahlaki kod nedir? Topluluk fikri nedir ve insanlar birbirleriyle nasıl yaşar?

TARİHİN BİR YORUMU: Din, zaman içinde meydana gelen olaylara bir açıklama getiriyor mu? Zamanın sona erdiği tek bir doğrusal tarih mi var yoksa zaman geri dönüşüm mü? Zamanla işleyen ve tarihteki olaylarda tespit edilebilen bir plan var mı?

RİTÜLLER VE SEMBOLLER: Başlıca ritüeller, kutsal günler, giysiler, törenler ve semboller nelerdir?

ÖLÜMDEN SONRA YAŞAM: Ölümden sonra olanlarla ilgili verilen açıklama nedir? Din, bedenin ölümünden sonra hayatta kalan ruhlara veya ruhlara olan inancı destekliyor mu? Sonrasında ne olacağına dair inanç nedir? Vücudun dirilişi var mı? Reenkarnasyon? Çözülme mi? Yok olma?

J ainism, Budizm ile yaklaşık aynı dönemde Hindistan'da doğdu. Mahavira (MÖ 599 - 527) tarafından MÖ 500 civarında kuruldu. Şu anda Bihar eyaleti olan Patna yakınlarında doğdu. Buddha gibi Mahavira, savaşçı sınıfına aitti. Mahavira'ya büyük kazanan anlamına gelen 'Jina' denildi ve bu isimden dinin adı türetildi.

Pek çok bakımdan Jainizm, Budizm'e benzer. Her ikisi de, Hindistan'ın kuzeydoğusundaki o dönemde baskın olan Brahman felsefesine karşı bir muhalefet olarak gelişti. Her ikisi de sonunda kurtuluşa götüren reenkarnasyona bir inancı paylaşır. Jainizm, münzevi inançlarında Budizm'den farklıdır. Her iki din de şiddetsizliği vurgular, ancak şiddetsizlik, Jainizm'in ana çekirdeğidir. Mahavira, tıpkı Buddha gibi, dininin ilk peygamberi değildir. Budizm gibi Jainizm'de de sonunda kurtuluşa yol açan reenkarnasyona bir inanç vardır. Bu dinlerin hiçbiri ibadet etrafındaki dini felsefeleri değildir. Ancak Jainizm, münzevi inançları açısından Budizm'den farklıdır. Her iki din de şiddetsizliğe vurgu yapıyor,

Jainler, her şeyin yaşam olduğuna ve buna aynı zamanda taşları, kumları, ağaçları ve diğer her şeyi içerdiğine inanıyor. Ağaçların nefes aldığı gerçeği bilim dünyasında ancak 20. yüzyıldan itibaren bilinmeye başladı. Her şeyin hayatı olduğuna inanan ve şiddetsizliğe de inanan Mahavira, kendini açlıktan ölmesine neden olacak hiçbir şeyi yemedi. Mahavira da son derece münzevi idi ve yaşamdan vazgeçmesi nedeniyle tamamen çıplak dolaşıyordu. Yıllarca süren zorluk ve meditasyondan sonra aydınlanmaya ulaştı; Bundan sonra yaklaşık 30 yıl Cainizmi vaaz etti ve MÖ 527'de Pava'da (yine Bihar'da) öldü. 

Mahavira'nın din takipçileri diyet konusunda ondan daha az aşırıdır. Vejeteryanlar. Ancak dindar Jainler, herhangi bir varlığa zarar vermemek için mümkün olan her şeyi yapacak. Böceklerin olduğu tarlalarda üzerlerine basma ihtimalini önlemek için yürümeyecekler. Küçük görünmez mikropları yutma olasılığını önlemek için ağızlarını da kapatırlar. Bankacılık ve ticaret gibi meslekler yerine çoğunlukla tarımda olduğu gibi herhangi bir canlıyı öldürme ihtimalinin olduğu mesleklerde çalışmazlar. Ama neyin önce geldiği belli değildir.
Read More

3 Eylül 2019 Salı

Hermetizm

gizli bilimler
Hermetizm Nedir?

Hermetizm), Geç Antik Dönem'de (muhtemelen 2. ve 3. Yüzyıllardan) ortaya çıkan, öncelikle bazen bilge bir adaçayı ve Mısırlı rahip olarak nitelendirilen Hermes Trismegistus'a atfedilen yazılara dayanan bir dizi felsefi ve dini inançtır. 

Yunan tanrısı Hermes ve Mısır tanrısı Thoth'un bir sözdizimi olarak. İnançları, özellikle Rönesans döneminde Batı büyü geleneklerini ve gizli hareketleri büyük ölçüde etkiledi.


Her Hermetikist dindar bir yaklaşım izlemiyor ve bazıları sadece felsefi bir sistem olarak görüyor, ancak genel olarak Hermetik din, çeşitli olarak “Tanrı”, “Her Şey” veya “Bir” olarak adlandırılan yüce bir İlahı veya İlkeye inanıyor. bunun biz ve tüm evrenin bir parçası olduğumuzu. Ayrıca, Evren'de diğer doğaüstü varlıkların (tanrılar ve melekler, yükselmiş üstatlar ve elementallar gibi) olduğu fikrine de abonedir.

Read More