Gizli Bilimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gizli Bilimler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Astral Seyahat Sırasında Yaşananlar

Astral Seyahat Sırasında Yaşananlar

Bedenin değişik yerlerinde seğirmeler, kulakta çınlamalar ve tam ayrışma anında ise, çatırdama ya da buna benzer birtakım sesler duyulabilir. 

Astral seyahat yaparak bedeninden geçici bir süre ayrılanlar, başlarından geçen bu tecrübelerini genellikle birbirlerine çok benzer ifadelerle anlatmaktadırlar. İşte onlardan birkaç örnek:

"Beden dışındaki ilk tecrübemi gayet iyi hatırlıyorum. O zamanlar 7 yaşındaydım ve böyle birşeyden haberim yoktu. Bir yaz günü, sabahın erken saatlerinde çok susamış olarak uyandım. Yataktan dışarıya çıkarak içme suyunun bulunduğu yere gittim. Ancak sürahi boştu. Bunun üzerine pencereye doğru yürüyerek perdenin aralığından güneşin ilk ışıkları ile aydınlanan bahçeye baktım. Sonra geri dönerek yatağa geldim. Yatağın dolu olduğunu gördüğüm zaman şok geçirdim. Yatağımda uyumakta olan birisi vardı ve bu insanın kendim olduğunu gördüğüm zaman, korku ve şaşkınlığım daha da arttı. Bu şaşkınlık sebebiyle olsa gerek, aniden ve süratle bedene çekildiğimi ve ayaklarımın bedenin ayakları üzerine gelecek şekilde bedene gömüldüğümü hissettim. Sonra uyandım. Daha sonra bu olay bir çok kereler tekrarlandı."

"Bir deniz seyahatindeydim. Bir gün sırt üstü yatarken uykuya dalmışım. Bir kabus görmeye başladım. Gemi batmakta sular yavaş yavaş yükselmekteydi. Fakat ben, sular çeneme gelinceye kadar kayıtsız kaldım. Sonra büyük bir mücadele sonucu soğuk bir ter içinde uyandım. Birkaç dakika içinde tekrar uyumuşum. Bir ara yan tarafıma dönük olarak yatarken, geminin bölmesine doğru hareket etmekte olduğumu hissettim. Çok hoş bir histi bu. Her şeyin farkındaydım. Tamamen bilincim yerinde olduğu halde bu olayı normal karşılamam sonradan beni çok şaşırttı. Sırt üstü yatacak şekilde yavaşça döndüm. Sonra böyle uyuya kalırsam ikinci bir kâbûs görürüm düşüncesi ile tekrar yan tarafıma dönmek istedim. Ancak bu çok zor bir işti ve epey mücadele etmek zorunda kaldım. Bu olaya rağmen her şeyi hâlâ normal karşılamaktaydım. Yanlamasına dönmüştüm ki, bir kuvvetin beni sırtımdan geriye doğru çektiğini hissettim. Birkaç dakika orada öylece yanlamasına sallanır vaziyette kaldım. Bedenimin sallantısı durduğu halde, sol bacağım sallanmasına bir müddet daha devam etti. İşte bu bana tuhaf gelmişti. Bunun üzerinde düşünüyordum ki bedenimin dışında olduğum fikri birden zihnimde canlandı. O kadar tatlı bir histi ki, burada kalmaya karar verdim. Ne olacağını beklemeye koyuldum. Bir ara kendimi kapıdan 30 cm, yerden ise 210 cm kadar yükseklikte buldum. Sonra koridorda ayak sesleri işittim. Gelip beni bu halde görürlerse ne aptalca bir şey olacağını düşünmüştüm ki bir sıçrama oldu ve uyandım. Sıçrama merdivenden inerken ya da çıkarken basamak olmadığı halde var zannıyla atılan adım sonucu ortaya çıkan sarsılmaya benziyordu.

Aynı yılın Eylül'ünde karaya ayak bastığımda, bu olayla ikinci kez karşılaştım. Pozisyonum ilk seferinde olduğu gibiydi. Yegâne fark, odamın oldukça aydınlık oluşuydu. Her zamanki gibi normal bir uykuya dalmıştım. Sonra kendimi, ayaklarım eksen olmak üzere yanlamasına doğru şiddetle sallanır buldum. Daha sonra bu sallanma sona erdi. Fiziki bedenimden 1 metre kadar yükseldim ve havada asılı durmaya başladım. Bir İki dakika sonra, sağa doğru hareket ettim ve ayaklarım yavaşça yere doğru gelecek şekilde aşağı süzüldüm. İşte o zaman etrafı görebildiğimin farkına vardım. Artan heyecanımı bastırmayı başararak aynaya doğru yürüdüm. Sanki suyun altında zorlukla yürüyor gibiydim. Birden, bir şok geçirdim. Bedenim hemen arkamda bulunan divanda yatmaktaydı ve ben onu dışardan izleyebiliyordum. Bir an için ölmüş olabileceğimi düşündüm."

Read More

Muska Nedir?

Muska

Bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan ya da üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.

Muska kelimesinin aslı "nüsha'dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz" Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" ya da da "maâza" Türkiye'de "muska", "nusha" ya da "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında "rukye" olarak geçmektedir.

Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak ya da tedavî amacıyla yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin teneke gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli ya da kalp biçiminde kaplara da konan hamail bütün İslam dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Muskalara yalnızca sûre ayet hadis ya da bir dua yazıldığı gibi Allah'ın meleklerin efsanevî kişilerin adları anlaşılmaz tılsımlı sözler simgeler yıldız işaretleri rakamlar rumuz ve işaretler insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre ayet hadis ve duanın yazıldığı muskalar, İslâm dönemine; diğerleri ise İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.

Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak 114. sûre olan Nâs Yasin Fâtiha süreleri Âyetü'l-Kürsi (2/256) Âyetü'l-Arş (9/130) diğer çeşitli ayet hadis ve dualar yazılır.

İslâm fıkhı âlimleri zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de okuyarak tedâvi gibi etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terk etmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terk etmek haram değildir. 3. türünü yapmak da caizdir.[1]

Dolayısıyla İslâm'a göre nazar korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre ayet hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslâm dini insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna gelerek "Ya Resûlullah gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (sav) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış" diye buyurmuştur.[2]

Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (sav)'in muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır.

Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (ra)'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (sav) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım ey insanların Rabb'ı şu hastalığı götür şifâ ver şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver."

Bu ve benzeri rivâyetlere göre okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:Okunan ve yazılan şey sûre ayet hadis ya da manası anlaşılan dua olacak.
Manası bilinmeyen birtakım isim harf resim ve işâretler kullanılmayacak. Buna göre yukarıda anlatılan ikinci çeşit muskalar İslâm'a göre haram ve yasaktır.
Tıbbi tedâvide olduğu gibi burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiçbir şey umulmayacaktır.
Sevdirmek ya da nefret ettirmek gibi tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır.

Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah efendimizden gelen duâlarla muska yazmaya ve taşımaya "Ta'viz" denir. İslâm dîninde buna izin verilmiştir. İnanan, güvenen kimseye fayda verdiği tecrübe ile sâbittir. Hattâ böyle âyet ve duâların yazıldığı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak her zaman taşımaya izin verilmiştir. Mânâsı bilinmeyen ya da dinden ayrılmaya sebep olan muskayı okumaya "Efsûn" denir. Bunu ve nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımaya Temîme denir. Muhabbet (sevgi) hâsıl etmek için yapılan muskalara "Tivele denir." Bir hadîs-i şerîfte; “Temîme ve Tivele şirktir (Allah'a ortak koşmaktır).” buyruldu.

Hakîkî Müslüman, bâtıl inançlara inanmaz. Sihir, uğursuzluk, fal, efsun, Kurândan başka şeyler yazılı muska, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya ve kerâmet sâhibi olduğunu söyleyene ehemmiyet vermez. Bunların çoğu esâsen başka dinlerden bize aktarılmıştır. Bâzı din adamlarından kerâmet bekleyenlere büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “İnsanlar din adamlarından kerâmet beklerler. Bunların bâzılarının kerâmeti yoktur, ama diğerlerinden daha ziyâde Allah'a yakındır. Asıl kerâmet, İslâmiyet'i iyi öğrenmek ve ona uygun yaşayabilmektir.”

İslâm, muskayı istememiş, tedavi ya da başka bir amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiş ve faydalı olabileceğini söylememiştir. Hattâ muskanın birçok çeşidiyle Allah'tan başkalarının da etkili olabileceğini kabul etme anlamı taşıyacağından, şirk olduğu bildirilmiştir.

Tuvalet gibi yerlere girerken çıkarmak, şirk anlamı taşıyan cümleler, şifreler ve işaretler gibi anlamsız tılsım rumuzları içermemek şartıyla bazı âyetlerin ve bazı kutlu isimlerin, tesiri onlara değil sadece Allah'a bağlayarak üzerinde taşımasının sakıncalı olmayacağı söylenmiştir. Ancak bunun da gerçek tevekküle aykırı bir davranış olduğuna işaret eden hadisler ve bunlara bağlı kabullenişler vardır.  Ancak bunlarla da tedavi olunabileceği söylenmemiş ve bu istenmemiştir.

Tıbbî tedavi yöntemlerine başvuru emredilmiş olmakla beraber, Kurân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin -özellikle Fâtiha Sûresi'nin- ve Resûlullah'ın (sav) yaptığı bazı duaların okunup hastaya üflenmesi câizdir ve bunun Allah'ın dilemesiyle tesiri olabilir. Ancak şifa sadece Allah'tan bilinmeli ve sadece O'ndan istenmelidir.

Günümüzde "kısmet açma" vs. şeyler için yapılan bidatler, hoca kılıklı sahtekârlardan imdat dilemeler ve her çeşidiyle bu yoldaki uygulamalar şirk belirtisi ve kalıntısı davranışlardır. Bunların kazandıracakları günah; zayi ettirecekleri paralar ve sağlamayacakları faydalar bir yana, şahsen ben mevcut dertlere de dert katacakları kanısındayım. Böyle olan kardeşlerimize, gecelerin gamzelerinde kılacakları teheccütlerden sonra dertlerini Allah'a (cc) sunmaları ve O'nun: "Yok mu derdine deva isteyen, vereyim." diye seslendiği o saatleri ısrarla değerlendirmelerini tavsiye ederiz. Ancak "ağzı dualı" tabir edilen, alim, fazıl ve müttekî insanlardan dua talep etmek, onlardan bir şeyler okumalarını istemek güzeldir ve mahzursuzdur.

Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken ya da yazdırırken İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.

Âlimlerin çoğunluğu okuma ya da yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir. Ancak bunu istismar etmemek gerekir.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak (caizin terki ise evlâdır). İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına geleceğinden kesinlikle yasaklanmış haram kabul edilmiştir.

Kurân-ı kerîmin hastalıklara şifâ olduğu İsrâ sûresi 82. âyetinde meâlen; “Biz Kurândan öyle âyetler indiriyoruz ki, müminler için bir şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise (küfür ve yalanları sebebiyle) ancak hasârını, zarar-ziyânını arttırır.” buyrularak bildirilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

"Ey Allah'ın kulları! İlâç kullanın! Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur. İlâçların en iyisi Kurân-ı kerîmdir."

Allah'ın bir nîmet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok okusun!
Read More

Üçler Yasası


Üçler Yasası Nedir?


Üçler yasasının onurunu koru

Yaptığın her şey, üç katı ile sana dönecektir, Yasayı öğren, çok iyi öğren

Ne ekersen, onu biçersin.

Meselenin özünde en önde gelen kendine karşı bir koruma yaratmaktır.

KİMSEYE ZARAR VERMEDİĞİN SÜRECE NE İSTİYORSAN YAP

Genel yasadır. Yaptığın her şey ritüellerle, vecizelerle v.s kendin ve başkaları için tutarlı olmalıdır. İyi düşün ve yaptığın hiçbir şeyden pişman olmamaya çabala.
Read More

Cinler ve Ezan

Cinler ve Ezan

Sözlükte, “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek” manalarına gelen ezan (Arapça: الأذان) , terim olarak, “farz namazların vaktinin geldiğini, özel biçimde mü’minlere duyuran ve nasla belirlenmiş sözlerden oluşan çağrı” demektir. Ezan okuyan kişiye, müezzin denir. Arapçada aynı kökten gelen “mi’zene” ise, minare kelimesi ile eşanlamlı olup, “Ezan okunan yer” demektir.

Ezan-ı Muhammedî, kelime anlamına uygun bir şekilde, dünya üzerindeki saat farkı sebebiyle her an ve günde beş defa Allah’ın büyüklüğünün ve İslâm inanç esaslarının ilânıdır. Kulluğun, yüksek bir mekândan, yüksek bir sesle en büyük varlığa arzıdır. Hz. Ebû Bekir’in de ifade ettiği gibi, “İmanın bir şiarıdır.” 

Ezan, bir iskân mahallinde Müslümanların bağımsız ve hür olarak varlıklarını sürdürdüklerini haber veren bir işaret, o bölgede İslâm dinine bağlı olan insanların çoğunlukta olduğunu gösteren bir alâmettir. Ezansız bir İslâm ülkesi ve o ülkede büyük küçük her hangi bir semt, mahalle ya da köy düşünmek mümkün değildir. Bir meskûn mahalden ezan sesi geliyorsa, orada Müslümanlar var, bunlar çoğunluktadır aynı zamanda da hür olarak yaşıyorlar anlamındadır.

Bir Müslüman, daha yavrusu dünyaya ilk geldiğinde kulağına ezan okuyarak, âdeta ona kimliğini ve şiarını fısıldamaktadır. Bu, Resûlullah’ın torunu Hasan doğduğunda onun kulağına ezan okumasıyla  sünnet olmuş bir uygulamadır. Ezan, çocuğun ilk manevi aşısıdır.

Abdurrahman ibn Abdullah ibn Abdurrahman ibn Ebi Sa’sa el- Ensarî el-Mâzinî babasından, Ebû Said el-Hudrî’nin ona şöyle haber verdiğini nakletmiştir:

“Senin koyunları ve çölü sevdiğini biliyorum. Koyunlarının yanında olduğun zaman ya da çölde bulunduğun an, namaz için ezan okuyup da ünlenirken, yüksek sesle oku. Çünkü müezzinin sesini duyan bütün cinler, insanlar ve her şey kıyamet günü onun için şahitlik edecektir.”

Ebu Said, “bu sözü Rasulullah’tan (sav) işittim” demiştir.

İslam inancına göre kişi üzüntülüyken, biriyle tartıştığında, öfkelendiğinde ya da cinlerle ilgili rahatsızlıklarda ezan okumak; sefere çıkanı uğurlarken, ölüyü kabre koyarken ya da yeni doğan bir bebeğin kulağına ezan ve kamet okumak sünnettir.

Ezan, bütün manevi kirlerin, kötülüklerin, sapkınlıkların ve şeytanca işlerin, hayatı boyunca o çocuktan uzak durması için yapılan bir duadır. Çünkü ezanın bir gücü de budur. Ezanın bulunduğu ve duyulduğu yerde, kötülükler ve şeytan barınamaz.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Allah, ezan okunduğu yerin (köy ve mahallenin) ahalisini o günün fitnesinden korur.” 

İmam Ahmed’in Müsned’in Ubade b. Nisiy’den şöyle dediği rivayet edilmektedir:

Şam’da Madan diye bilinen ve Ebu’d-Derdâ’nın kendisine Kurân okuttuğu birisi vardı. Ebu’d-Derdâ, birgün onu göremedi. Birgün, o, Dabık’ta iken onunla karşılaştı. Ebu’d-Derdâ: “Ey Madan, öğrendiğin Kurân ne alemde? Bugün senin Kurân’la aran nasıl”, diye sordu. (Madan): “Allah da bilir ki daha iyi.”, dedi. (Ebu’d-Derdâ) ona: “Ey Madan, sen bugün bir şehirde mi yaşıyorsun, yoksa bir köyde mi?” Madan: “Hayır, şehre yakın bir köyde”, dedi. Ebu’d-Derda: “Yavaş ol, yazık sana ey Madan, dedi. Çünkü ben Resûlullah’ı (sav) şöyle buyururken dinledim: “Beş aile halkı bulunup da namaz için aralarında ezan okunup, namazlar için kamet getirilmeyecek olursa mutlaka şeytan onlara musallat olur ve şüphesiz kurt ayrılanı yakalar. Onun için yazık sana ey Madan. Sen, şehirlerde kalmaya bak!” 

İmam-ı Suyûtî, şöyle buyuruyor:

“Ulemadan bazılarının kitaplarında gördüm ki insanın içine girmiş olan cinni yakmak istediğin zaman sağ kulağına 7 defa ezan, 1 Fatiha, Felak ve Nas Surelerini okursan cin ateşte yanıyormuş gibi yanar.” 

Ezandan oluşan kelime gruplarının titreşimi ve dalgalanması öyle bir hâle yayar ki, ezanın işitildiği noktaya kadar bütün süflî varlıklar, o alandan uzaklaşır.Nitekim Resulullah (sav) namaz için ezan okunduğu zaman şeytanın dönüp onu duymayacağı yere kadar uzaklaştığını, ezan bitince geri gelse de kâmet edilmeye başlanınca tekrar dönüp kaçtığını anlatmaktadır. 

Şeytanın vesveselerine karşı direnç gösteremeyenler Resulullah’ın haber verdiği namaz örneğinde olduğu gibi şeytanın oyuncağı haline gelir. Şeytan kişinin işlerine bir nevi fesat karıştırmış olur.Sahihayn’da Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Resulullah, konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: 

“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, Ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. Kamete başlanınca yine kaçar. Kamet bittiğinde geri dönerek kişi ile kalbinin arasına girer ve ‘Şunu hatırla, bunu düşün’ diye aklında önceden olmayan şeylere vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi, kaç rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir.” 

Diğer bir rivayette “Namaz için ezanı duyunca sesini duyurmamak için mani gelmek ister, bitirince vesvese başlar.” olarak geçer. Diğer bir rivayette ise şöyle zikredilmektedir:

“Müezzin ezan okuyunca şeytan sırtını çevirir ve hızla kaçar.”

Hadislerde, ezan sesini duyan şeytanların kaçtığına dair bilgiler vardır. Buna Müslim’in namaz bahsinde kaydettiği Cabir’in şöyle dediğine dair hadis tanıklık etmektedir. Cabir’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: 

“Şüphesiz şeytan namaza çağırmak için okunan ezanı işitecek olursa, er-Ravhâ denilen yere kadar kaçar.”

Süleyman (el-A’meş) dedi ki: Ben ona (hadisi Cabir’den rivayet eden Ebu Süfyan’a) er-Ravhâ’yı sordum da şöyle dedi: Orası Medine’den otuz altı mil uzaklıktadır.

Bir rivayette, “Arka tarafından ses çıkartarak, koşar adımlarla kaçıp oradan uzaklaşmaya çalışır.” şeklinde ifade edilir.

Websitemizde deneyimlerini aktaran ziyaretçilerimizin anlattıklarında en büyük ortak nokta, kabuslarının çoğundan ezanla uyanmalarıdır.
Sabah Ezanıyla Sona Eren Karabasan ve Şeytani Rüyalar

İslâm düşüncesinde rüyalar, genel olarak, sâdık ve kâzib olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Fakat Resulullah (sav)’in bir hadisinden hareketle, kaynaklarda rüyaların rahmânî, şeytânî ve nefsânî olmak üzere üçe ayrıldığı sıklıkla görülmektedir.  Söz konusu hadiste Resûlullah:

“...Rüya üç çeşittir: Birincisi, sâlih rüya olup Allah’tan bir müjdedir. İkincisi, şeytanın verdiği üzüntüdür. Üçüncüsü ise, kişinin kendi durumundan kaynaklanmaktadır.”

buyurmaktadır. Bir hadiste, şeytanın uykuda insanla oynadığı bildirilir. Dolayısıyla bu tür rüyalar, böyle bir irtibat neticesinde, bir kişiyi mahzun etmek için şeytan tarafından gösterilir. Bundan dolayı onun şeytana nispeti münasiptir. Şu rivayet bu gerçeği gösterir:

Birgün, bir şahıs Resulullah’a (sav) geldi ve bir rüya gördüğünü söyledi. Bu rüyaya göre onun başı kopmuş ve kendisi de arkası sıra gitmişti. Anlatılanı dinleyen Allah Resulü (sav), “Şeytanın seninle uykuda iken oynadığını anlatma.” buyurdu.

Dolayısıyla ihtilam rüyaları ile bir Müslüman’ı korkutmak için şeytanın sebep olduğu rüyalar bu kapsamdadır. Bunlara hulüm, edğas-ü ahlam/ rüyay-ı kazibe .. gibi isimler de verilir. Bu sebeple onlar başkasına anlatılmaz ve yorumlanamaz. Yorumlansa da bir sonuç oluşturmazlar. Şu hadis, bunu belirtir:

“Rüya Allah’tan, hulm (düş) ise şeytandandır.” 

Korkulu rüyalar ve karabasanla ilgili Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: ‘Allah’ın gazap ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah’ın sözlerine sığınırım.’ O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez.” 

Yine Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Gece olunca çocuklarınızı dışarı çıkmaktan alıkoyun, çünkü o vakitte şeytanlar yayılmışlardır. Ama gecenin bir saati geçince onları bırakın ve kapıları kapatın ve Allah’ın adını anın, çünkü şeytan kapalı bir kapıyı açmaz. Su tulumunuzun ağzını bağlayın ve Allah’ın adını anın, kaplarınızı ve kaplarınızı örtün ve Allah’ın adını anın. Üstüne bir şey koyarak da olsa örtün ve kandillerinizi söndürün.” 

Karabasan ile kurulan iletişimi içeren bir anlatı örneği şu şekildedir:

Uyurken gece yanıma karabasan geliyor ve dizlerimin üzerine oturuyor. Gelirken çıkardığı ayak sesini duyuyorum. Sağıma ve soluma dönmeye çalışıyorum, kalkmaya çalışsam da kalkamıyorum. Bana izin vermiyor. Gitmesi için sürekli ezan okuyorum. Defalarca okuduğum ezanın arkasında kaybolup gidiyor. Olayı yaşadığım gün ve ertesi günü bu olayın yorgunluğuyla uyuyamıyor ve hasta oluyorum. Son zamanlarda gece yatmadan önce çok okursam ve dua edersem, televizyonu kapatmadan yatarsam yanıma gelmiyor.
Halk İnanışları

Halk kültüründe birtakım olumsuz hâlleriyle insanların yaşamında etkileri olduğuna inanılan esrarengiz yaratıkların varlığına inanılır. Olağan dışı kimi şartlar içinde onları gördüklerini öne sürenler vardır. Ancak, onlar hiçbir zaman iki kişi bir arada iken görünmemişlerdir. Cin ve peri, gibi adlarla anılan bu varlıkların bütün işlerini gece yaptıklarına, horoz sesi ya da sabah ezanı duyulur duyulmaz dağılıp konaklarına çekildiklerine; yaşadıkları yerlerin değirmenler, hamamlar, terk edilmiş, tekin olmayan yerler, örenler, mezarlıklar, hanlar olduğuna inanılır.

Halk inanışına göre, cinlerin erkek ve kadın cinsleri vardır. Dişilerine genellikle peri adı verilir.Perilerle iyi ilişkiler kurulmasına ve periler sevilmesine rağmen cinlerden korkulduğu durum çoğunluktadır. Bu olağanüstü varlıklar, özellikleri ve yaşadıkları yerler açısından ele alındığında, topluluk hâlinde beyler ve padişahlar tarafından yönetilerek — aslında tıpkı insanlar gibi — fakat insanlara görünmeden yaşarlar. Evlenip çoluk çocuğa karışırlar.

Ordu bölgesi halk inançlarında cinler kedi, köpek, keçi, tavşan kılığına girerler. Ayakları ters olur. Değirmene giren kişi “bismillah” çevirmezse mısırın bereketini ecünlüler alır. Davulları, zurnaları vardır. Ölür de başımıza bela olur diye çok korkan adama yaklaşmazlar. Biraz korkan adama işkence etmekten zevk alırlar. Sarı adama yaklaşırlar. Kara adana hamaylı gibi olduğu için dokunmazlar. Gece ortaya çıkarlar. Horoz ötünce kaybolurlar. Horoz ötme saati, bazı anlatılarda sabah ezanı vakti olarak da ifade edilir.

Nazilli’deki halk inanışlarında şeytanın geceleri insanlara rüyalarında halüsinasyonlar gösterdiğine, sabah ezanından sonra ya da sabah ilk horozlar ötünce şeytanın kaybolup, halüsinasyonunun etkisin geçtiğine inanılır.

Cinleri etkisiz hale getirme için kullanılan kutsal söz kalıpları içerisinde ayet, besmele, çeşitli dualar vs. yer almaktadır. Bazı anlatılarda ise bu kutsal söz, bir ezan olarak belirmektedir. Bir anlatıda cinler yine düğün yapıp eğlenirlerken içlerinden biri ezan vaktinin yaklaştığını ve ezan okunacağını söyler ve cinler düğünü sonlandırıp dağılırlar.

Bir metinde insanlar bir dereden geçerken cinlerle karşılaşır ve içlerinden bir hoca, ezan okuyarak insanların kurtulmasını sağlar. Hocanın korkudan dili tutulur ancak insanlar kurtulur. Başka bir örnek metinde ise bir yolcu gece vakti karşısına çıkan cinlerin bulunduğu yeri geçmek için dua okur ve bunu başarır.

İslam inancının kanonu diyebileceğimiz ezan, yalnızca cinleri değil öldükten sonra mezardan çıkıp dolaşarak insanlara zarar vereceğine inanılan hortlakları da etkisiz hâle getirmek için kullanılan araçlardandır. Bir anlatıda mahalleliyi rahatsız eden hortlağın mezarına gidilir ve hortlağın başı, mezarın içine sokularak orada ezan okunur ve böylece demonun mezardan çıkması engellenmiş olur. 
Memorat ve Anlatılar

Memorat bir insanın yaşadığı ve çeşitli sebeplerle izahı yapılamayan olağanüstü an ya da hikâye manasını taşır. İzahının yapılamamasının sebeplerinin başında çok kişisel yaşanımlar olmaları gelmektedir. Çoğu kez bir tanığı bulunmamakla birlikte bazen olay sadece tanıklar için olağanüstüdür. Mesela öleceğini söyleyen bir insanın ölüvermesi gibi. Bu ölüme tanık olanlar için olağanüstü bir durumdur.
Read More

Cin Musallatları ve Çözümleri

Cin Musallatları ve Çözümleri

Cinler, insan vücudunda daha çok kasıklarda saklanırlar. Sırasıyla ensede, diz kapak altlarında ve sol kol altında. (Çünkü sağ tarafta hayra yönelik amellerimizi yazan melek vardır. Oraya gelemezler.)

Beden sahibini bazen ateşlendirirler, bazen sol kolu uyuştururlar ve ağrı verirler. O ağrıyı dumanla verirler. Genelde sabah kalkınca sol kolda uyuşukluk olur. Kişinin sol tarafında bulunmalarının asıl sebebi, kalbin orada bulunması ve kişiyi kalbi olarak sıkıntıya sokarak ibadetten ve güzel şeylerden uzaklaştırıp, sapıkça şeyler yapmasını sağlamalarıdır.

Eğer kişi, sabahları çok zor uyanıyorsa, namazlarda çok vesvese oluyorsa, abdest anında akla hayale gelmeyen vesveseler geliyorsa, eşiyle çok şiddetli geçimsizliği varsa, eşinin yüzünü bir anda değişik görüyorsa, gözleri kan çanağı gibi kırmızıysa, sol kolda uyuşmalar oluyorsa, bunlar o kişide cin musallatı olduğunun delilleridir. 

Eğer gece geç vakitlerde yorgun uyanıyorsa, banyoda, tuvalette çok uzun kalıyorsa, ani sinirlenmeleri varsa, yatakta çok sağa sola dönüyorsa, uykuda dişlerini gıcırdatıyorsa, eşine karşı sebepsiz soğuksa, bir anda kendini kaybediyorsa, bir anda kramp şeklinde ağrı giriyorsa, bir anda uyku basıyorsa, iki ayrı insan gibi farklı kişilikler sergiliyorsa, mutlak surette bu o kişinin bedenin içinde cin olduğunu gösterir.

Diğer bir konu da insanın bedeninin dışından insana müptela olmalarıdır. O da şu şekilde olur: Onlar da rüya âleminde kendilerini göstererek alıştırırlar. Hiç acele etmezler, çok sabırlıdırlar. Kedi, köpek ve yılan olarak görülürler. Eğer uykuda yılan sokuyorsa uyanınca soktuğu yerde kişi acı hisseder.

Yerde fare gibi koşuşan siyah karaltılar görüyorsa, karanlıktan korkuyorsa, arkadan biri beni takip ediyor korkusu varsa, biri tarafından devamlı gözetleniyor hissine kapılıyorsa, namazlarda arkasında biri varmış gibi hissediyorsa, kâfir cinler tarafından gözetleniyor demektir. Uygun zaman kollayıp mutlak surette müsait bir anda içine girme yollarını arıyorlardır.

Devamlı zaman kollarlar. Üzgün ve ümitsiz anlarında “Fırsat bu fırsattır.” deyip saldırırlar. Daha çok ani şok anlarında, yani aşırı sevinç ve aşırı korku anlarında, kişinin savunma metopolizmalarının en zayıf olduğu anlarda kişiye müptela olurlar. Çok sabırlıdır ve hiç vazgeçmezler.

Cinlerden Uzak Olma Yolları

Şu duanın sıkça okunması lâzımdır:

Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.

Anlamı: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd ona mahsustur ve o her şeye kàdirdir.

Bu âyet, günde 100 defa okunur. Allah Resûlün'e 100'den az olmamak şartı ile salâvat getirilir. Kurân'ı açıp sesli olarak evde dinlediğiniz zaman evdeki cinlerin rahatsız olup uzaklaşmasını sağlarsınız.

Cinlerin etkisinden kurtulmak için aşağıda yazmış olduklarımızı uygulamanızı tavsiye ederiz inşallah yapmış olduğunuz bu uygulamadan fayda göremediğiniz zaman en kısa zaman da bir manevi doktor mutlak bulun derim. Bulduğunuz bu doktor, size şayet ilk etap da muska ve benzeri şeyler veriyorsa, orayı derhal terk edin; ondan bir fayda göremezsiniz. Çünkü cinler üzerinde belirli bir tasarrufu olmayan kişiler size yardımcı olamaz. Çünkü bu tür arız cinler, yazılmış ayetlerden fazla etkilenmezler. Onların da üzerinde insanların yaptıkları muskalardan etkilenmemek için korunma tılsımları ve zırhları vardır. Büyücülükte ve sihirde insanlardan çok ileri safhalardadırlar.

Evet, kendi kendinize yapmanız gerekenler ise şunlar..
Yöntem 1

41 kere “MÜ’MİNÜN SURESİNİN 97 VE 98'İNCİ” ayetleri.:

Okunuşu: Ve gul rabbi eûzü bike min hemezâti'şşeyatîn.

Anlamı: Ve de ki: "Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından Sana sığınırım." (Mu'minûn Sûresi, Ayet 97)

Okunuşu: Ve eûzü bike rabbi en (y) yahdurûn.

Anlamı: "Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Mu'minûn Sûresi, Ayet 98 )

41 defa Felak ve Nas sûreleri.

Günde 100 defa da “LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYÜL AZİM” denir. Buna bir hafta devam edilir. Genellikle abdestli bulunmak ve Allah’ı zikretmek de fayda sağlar inşallah.
Yöntem 2

41 Ayet'el Kürsi,
3 İhlas-ı şerif,
11 Felak,
11 Nas

7 defa da Fatiha suresi okunur. Bu okumaları özellikle hasta olduğunu hissedene birisi tarafından okunup nefes edilmesi yani üflenmesi lazım. Aynı zamanda bir suya da okunarak nefes edilir ve hasta olduğundan şüphe edilen şahsa içirilir. İçmiş olduğu bu suyun da tadı sorulur. Bir kenara not alınır. Su, sağ elle içilir ve Besmele çekilerek içilir.
Yöntem 3

Aşağıda yazmış olduğum duayı da her gün hasta olduğundan şüphelenen şahıs, dilinden hiç düşürmemeli:

“BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. BİSMİLLAHİL MAHZÜNEL MEKNÜN VE BİCELALİ VECHİKEL KERİM. VE BİL KEFFİL BÜRHANEL AZİM. VE LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİM. VE SALLALLAHU ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALA ALİHİ VE SAHBİHİ VE SELLEM”

İnşallah faydasını göreceksiniz. Tabii bunları yapmanız sizi rahatlatacaktır; ama kesin çözüm değildir. Kesin çözüm, sadece Allah’ın inayeti ile olur.


Read More

Boyutlar ve Maddeleşmeler

Boyutlar ve Maddeleşmeler


21. yüzyılda olmamıza, bilim ve teknoloji verilerinin artık metafizik dediğimiz birçok şeyi açıklar hale gelmesine rağmen hangi sınıftan yer alınırsa alınsın, etiket ne olunursa olunsun; Allah, Allah sistemi ve dolayısıyla ayet ve hadislerin bildirdiklerinin anlaşılamamasının en önde gelen sebeplerinden biri, Boyut Kavramının yeterince ya da hiç kavranılamamış olmasıdır. Boyut kavramı derken de, acaba neyi kastetmekteyiz?
Devasa alanları, hacimleri, büyüklüklerini mi? Maddenin katmanları olan molekül, atom, çekirdek, kuark, enerji boyutlarını mı ya da bizim maddenin paraleli olan diğer big bang noktalarının açılımından, patlamalarından oluşan evrenleri mi? (ki o boyutlarda enerji boyutu itibariyle bulunduğumuz ortamda aynen mevcuttur). Ya da maddenin ikiz boyutu olan ve bu anlamda paralel evrenler olan (ve kendi boyutları içinde de sonsuz boyutları içeren) "Nâr" ve "Nûr" boyutlarını mı?. Yoksa yaratılmışa ait Bilinç ya da yaratılmamışa ait Soyut boyutlarını mı?

Örneğin, bu boyutlarla ilgili bir soru da yer (arz) ve gök semalarıyla ilgili olandır. Bu semalar nerededir? Bunların Güneş sistemi ve planetleriyle nasıl bir ilgisi bulunmaktadır?. Bugünün bilimi ile bağlantı noktası neresidir? İnsanın aslında yok, var olanın sadece mutlak varlık olduğu düşüncesini oturtmaya çalışan İslam'daki verilerin dünya ve güneş merkezli bir evren anlayışını sunmamasına karşın neden bu türden açıklamalar yapılmıştır?. Görüldüğü üzere soruların ardı arkası kesilmiyor. Yeryüzü Semaları, içinde bizimde yaşadığımız boyutta olmak üzere atmosfer tabakalarıdır. Ancak bunu, küre şeklindeki dünya ve bu küreyi saran gaz katmanları biçiminde değil, her bir katmana, kendince maddesel karşılık gelen boyutlar olarak düşünmeliyiz ve her bir boyut da sonsuzluğa uzanır. Kısacası Sema kelimesi, şartlandığımız gibi makro kozmosa doğru uzanan yönsel ve mekansal bir kavram olmak yerine, mikro kozmosa, parçacık- enerji altı boyutu itibariyle ele alınması gereken bir kavramdır. Örneğin yaşadığımız maddesel boyut 7. kat olarak en alt düzeyde bulunur ve yukarı doğru çıktıkça da 6, 5, 4,..., 1 diye sıralanır. Dolayısıyla biz yedi kat yerin (Arz'ın) altında yaşamaktayız. Bizim yaşadığımız maddesel boyut da bildiğimiz gibi sadece dünyayla sınırlı olmayıp içine Ayı, Güneşi, gezegenleri, yıldızları, galaksileri.ve tüm sonsuz- sınırsız evreni yani madde ve katmanlarına ait evreni kapsamaktadır. Aynı şekilde atmosfer tabakalarıyla işaret edilen diğer Arz katmanlarını da, her birine ayrı, ayrı karşılık gelen bu maddesel yapıların ikizleri (paralelleri) şeklinde, sonsuza yayılan boyutlar olarak düşünmeliyiz ki bunlar aynı zamanda Afaki Boyutlardır. Ayrıca yer semaları, bizim yaşadığımız boyutun tüm yasalarından tamamen farklı kanunlara, yapılanmaya sahip olsa da bu boyutta yaşayan varlıklarda da tıpkı bizim gibi maddesel olarak algıladıkları beden ve o boyutun yaşamına kayıtlı olma, birimsel egonun tatmini,...vb negatif özellikler bulunmaktadır. Kısacası buradaki belli özellikler, o boyutlarda farklı şekillerde de olsa yine mevcuttur. 

Bununla birlikte öze doğru giden boyutları da bir boyutun bir üst boyuta göre alınmış bir kesiti olarak değerlendirmeliyiz. Örneğin, ölüm ötesi boyut olan ruh boyutuna göre yaşadığımız boyutun, hem mekansal hem de zamansal olarak bir hiç hükmünde olması gibi. Yedi farklı boyuttaki yedi sınıf olan Cinlerin yaşadığı boyutlar ile ölüm ötesi berzah boyutları bu yeryüzü sema boyutlarıdır. Yani Nar boyutları. Berzah boyutu, bu yedi yer semasını içine alan boyuttur. Bunlardan ikinci katta yaşayanların, bu sınıfın en zayıfı olmakla birlikte, insanların tefekkür, düşünce sistemine etki ederek çeşitli blokajlar oluştururken altıncı ve yedinci arz (yer) semasında yaşayanlarına da, hiçbir insan söz geçiremez. Çok güçlü ve çok zeki olan ve Hz. Süleyman'ın kıssasından hatırladığımız ifritler de beşinci arz semasında yaşamaktadırlar. 3. katta olanların ise, insan suretine bürünüp insanlar arasında dolaştığı ve bunun da ancak velayet kemalâtına sahip olanlarınca bilindiği, anlaşıldığı da mistik kaynaklarda bildirilmektedir. Ancak, bu varlıklar çok güçlü beyine sahip üst düzey velilerin bulunduğu yere (yerlere), bölgelere girememekte girdikleri anda da bu beyinler tarafından yayınlanan güçlü ışınlarla onlara zarar verilip gereğinde de yok edilebilmektedirler.

Gök Semaları ise, dünya merkez kabul edilerek dünya semasının yıldızı Ay ve yörüngesi 1. sema (ki tüm yeryüzü semalarını içermekte) ve diğerleri de sırasıyla Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve 7. sema olarak da Satürn ve yörüngesi yer alır. Uranüs, Neptün, Plüton. Ise 7. sema olarak geçer yani yedinci sema içindedir. Güneş sistemi dışındaki diğer yıldız, galaksi.vs olan mekansal genişlemeler de yine mekansallık yerine, katman- katman öze doğru giden boyutsal genişlemelerdir. Bütün madde, hayvanlar, bitkiler, insanlar ve diğer varlıklar; Ay semasının Rûhâniyetinden (bu meleğin adı Rukyail olarak bilinmekte) meydana gelmiştir. Aynı şekilde tıpkı Arz kavramında olduğu gibi, Sema katları da planet, (planet ve yıldız kelimeleri genel anlamda kullanılıyor, ama gerçekte ise, Ay bir uydu, Güneş bir yıldız, diğerleri de bir gezegendir) ve yörüngeleriyle işaret edilen Mana- Bilinç boyutlarıdır. Her bir planet ve yörüngeleri, sonsuz- sınırsız Evrenin Mana- Bilinç ve bunlara karşılık gelen daha doğrusu bunların oluşturduğu madde (Arz) boyutlarını ifade etmektedir. Bununla birlikte Gök Semaları, Afaki boyutlar değil, Enfüsi boyutlardır. Bu yüzden planetlerde yaşadığı söylenen Resul ve Nebilerin Örneğin, Hz. Adem'ın Ay, Hz. Nuh'ın Merkür, Hz. Yusuf'ın Venüs, Hz. İdris'ın Güneş, Hz. Yahya ile Hz. İsa'ın Mars, Hz. Musa'ın Jüpiter, Hz. İbrahim'ın da Satürn- Uranüs- Neptün- Plüton' da yer alması, bunların onlara ait olması demek, onlar orada yaşıyor, bulunuyor anlamında değildir. Bunun anlamı, bu planetlerle işaret edilen boyutların ihtiva ettiği ya da o planetlerin ikizlerinden (ruhlarından) yansıyan manalara ağırlıklı olarak sahip oldukları, bu manaları yansıttıkları anlamındadır. Ama bunun yanında o planetlerin daha doğrusu tüm planetlerin ikiz boyutlarına da gidebildikleri doğrudur. Ancak, dünyanın enerji yapısından meydana geldiklerinden tekrar dünyaya geri dönerler. Çünkü berzah boyutunun, dünya atmosferiyle sınırlı olmadığını, bunun boyutsal bir durum olduğunu bu yüzden de diğer planetlere kadar uzandığını az önce belirtmiştik. Aynı şekilde Cinler de güneş sistemi içindeki planet ve uydularının ikizlerinde yerleşik olarak yaşamakta, bunların arasında seyahat edip buralarda bulunabilmektedirler. Güneş sisteminin dışına ise çıkamazlar. Ancak bu da bu planetlerle ifade edilen Bilinç boyutlarında yer alıyorlar anlamında değildir. Bunun için Melek olmaları gerekirdi. Elbette bunlar bizim güneş sistemi içinde yaşayanlar. Bu türün bizim güneş sistemi dışında yaşayanları da bulunmaktadır. Dolayısıyla Hz. Resulullah Efendimizin miraçta, gök sema katlarında Resul ve Nebiler ile görüşmesi olayı da tamamıyla boyutsal müşahedesiyle ilgili bir olaydır. Ölümü tadan insanlar da ruh bedeniyle ya dünyanın atmosferi içinde yedi kat yerin (arzın) altında hapis kalmakta (ki büyük çoğunluk böyledir) ya da dünyada elde ettikleri güç nispetinde berzah boyutunda güneş sistemine ait planetlerin ikizlerine yükselebilmektedirler.Bununla birlikte, birtakım insanlar, yeryüzü semalarını maddesel olarak ele aldıkları için doğal olarak cinlerin atmosfer dışına çıkamayacağını, bu nedenle de atmosfer üstünde görülebilecek UFO'ların tamamıyla gerçek uzaylılar olacağını belirtmektedirler ki, bunun da kesinlikle doğru olmadığını böylece açıkça göstermiş olduk. “Ey cinler ve insanlar topluluğu! Arz ve Arz semalarından (melekî boyuta) çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Ancak Allah'ın vereceği bir kuvvet olmadıkça asla bunu yapamazsınız” (55-33)

“ Gecenin son üçte birinde Rabbim dünya semasına iner de dua edenlerin dualarını kabul eder” hadis ifadeleri de aynı şekilde ayette, Bilinç de ki Afâktan Enfüse, hadiste de Enfüsten Afâka (özden dışa doğru) olan boyutsal geçişleri, açığa çıkışları anlatmaktadır. Aynı şekilde Hz. Resulullah da Miraç olayında önce dünya semasına çıkmış ve “dünya semasının kapısında.” ifadesiyle ruh boyutuna, ruhlar alemine geçiş yapmıştır. Dolayısıyla bu yeryüzü seması içindeki berzah boyutunda birtakım ruhların, insanların yaşadıkları azabı müşahede etmiştir. “Ölümü tadan her kişi gözünü miraca diker” hadisi de buna işaret eder.

Yakın gök ifadesi de, birinci gök seması olan Aya kadar uzanan (ki bu iki boyut arasındaki sınırdır) dünya ve dünya semasıdır. Cinlerin başı olan İblisin ilk önceleri Cennet muhafızı ve Yakın Göğün Sultanı olması bu boyutlar itibariyledir. Böylece, İblis yeryüzü semasında yani, maddeye, Afaki boyutlara dönük değerler ve anlamlar dünyasında yaşamakta, tebasını, onu kabul etmiş, ona bağlı olanları da bu doğrultuda yaşatmaktadır. Bu yüzdendir ki insanların, en geniş anlamda Allah'a ayna olabilme üstün kapasitesiyle yaratılmış olduklarını (halife olma özelliğini) hazmedemeyen Cinler, insanı mevcudiyetindeki melekî güçleri, dolayısıyla Hakikatini, Allah'ı keşfetmesini engellemek için daima insanları, yeryüzü sema boyutlarına yani, dışa dönük algılamalara, maddesel anlayışa, değerlendirmelere, uzayın Afaki boyutlarına yönlendirmekte ve bu boyutların nihai noktalar olduğunu onlarda oluşturarak o boyutlarda kayıtlanmalarını sağlamaktadırlar. Sonucunda da onlar için Öze, Enfüse giden yollar ebediyen kapanmış olmaktadır. Bu tür konulara meyilli olan birçok kişinin Enfüsi boyutlara ramak kala bu yüzden bloke olup alt boyutlara düştükleri bilinmektedir.

Cinlerin sema katlarındaki meleklerden, melekî boyutlardan önceleri haber alıp daha sonra bunu başaramamaları, alamamaları olayı ise, bildiğimiz anlamda bir mekandan ayrı bir mekana, gökyüzünde yaşayan meleklerin yanına gidip daha sonra o mekanlar arasındaki bir şeyle taşlanmaları nedeniyle bir daha gidememeleri şeklinde düşünmemeliyiz. Burada da olay tamamıyla bilincin o boyutlara yönelip, o boyutlardan ilgili bilgileri önceden alabilmelerine karşın daha sonra astrolojik tesirler, kozmik ışınlar (manyetik bulutlar) sonucu o boyutlara yönelememe, o boyutları algılayamama ya da algılayıp da bunu iletememe durumudur. Çünkü bunları yaptıkları ve buna direndikleri taktirde üzerlerine gelen bu ışınlar tarafından yok edilip öldürülürler. Şunu da kesinlikle belirtmek gerekir ki, daha önceleri bu haberleri alma durumu da cinlerin melekî boyutların içine girme, o boyutta yer alma şekliyle kesinlikle olmamaktadır, olamaz da. Çünkü melekî boyutlara giremezler. Nasıl ki, bir kişi bir yere gitmeden de o şeyin sesini duymakla ya da uzaktan o şeyi görmekle de ondan haberler alabiliyorsa, cinler de aynı şekilde dünya semasının sınırından daha özde bulunan gökyüzü semasına yani, melekî boyutlara boyutsal yönelerek bu bilgileri alabilmekteydiler.

Bilindiği üzere şeytani vasıflı cinler, önceleri sahip oldukları özellikler dolayısıyla melekî boyutlardan gayba dair haberleri işiterek daha doğrusu o boyutlara zumlama yaparak, geleceğe dönük elde ettikleri çeşitli bilgileri falcılara, büyücülere, kısacası Cincilere. Aktarıyorlardı. Elbette onlar çok büyük birer yalancı olduklarından bu taşıdıkları bilgilere de oldukça çok yalanlar katıyorlardı. Fakat Hz. İsa'ın doğumundan sonra 5., 6., 7., katlardan, Hz. Resulullah'ın Risâlet görevini aldıktan sonra da tüm semalardan kovulmuşlardır. Yani artık o bilgileri dünya semasının civarından alamaz olmuşlardır. Bununla birlikte, burada ya da astrolojide geçen kozmik ışınlar ise, bizim madde boyutuna ait çeşitli düzeylerdeki parçacık – enerjiler (plazmalar) değil, maddenin ikiz boyutlarından gelen ışınlardır ki bunların varlığını da oluşturan yine meleklerdir.

Algıladığımız maddeye dönük olarak, Nurani yapılarıyla her an etkilemekte olan ve kendini bilmeyen (dolayısıyla sadece verilen görevleri sistemde yerine getiren) melekler yeryüzü melekleri ismiyle anılırken, aynı şekilde diğer yeryüzü semalarını devamlı etkileyen melekler de bulunmaktadır. Bunlardan farklı ve bunların çok daha ötesinde, çok çok üstünde, Hakikatini Bilen ve bunun gereği olarak Kendinden oluşumlar meydana getiren melekler de vardır ki bunlara da Sema Melekleri adı verilmektedir. 
Read More

Biyoterapi


Biyoterapi Nedir? 

Bugün kullanılan tıbbi tedavi yöntemlerinin yanısıra insanlar, birçok sebeplerden dolayı, (örneğin farmakolojinin aşırılığı), hastalıklarının tedavisi için halk tıbbından da yararlanma arayışlarına girmişlerdir. Bunların içinde özellikle elle tedavi (manual therapy) ve biyoenerji ile tedavi yöntemi, en doğal ve etkili olanıdır. 20. yüzyılın başında Sovyetler Birliğinde, V.İ. Behterev ve diğer bazı bilim insanları, insanın bir biyoenerji alanına sahip olduğunu fark etmişler, bu konuda araştırmalar yaparak birçok kitap ve makaleler yazmışlardır. Başlangıçta başarıyla sürdürülen bütün bu çalışmalar, bir süre sonra "Marksizm-Leninizm'e uygun olmadığı için" yasaklanmış ve açılan fakülteler kapatılmıştır. Dolayısıyla uzun bir zaman biyoenerji ile ilgili hiçbir bilimsel araştırma yapılmamıştır. Hatta basında çıkan biyolojik alan ve bağlantılı olaylarla ilgili makaleler de alay konusu olmuştur.

Bugün ise, bilim insanları ve kamuoyu artık biyolojik alanın varlığını kabul etmektedir. Parapsikoloji ve biyoenerji konularıyla ilgili çalışmalar dünyanın her tarafında yapılmakta ve sonuçları insanların yararına sunulmaktadır. Çok eski doğu kültürlerinde halk doktorları, insan vücudunda "Çİ" adı verilen bir enerjinin varlığını keşfetmişlerdir. Bir yaşam enerjisi olan "Çİ'nin açıklanması zordur. Çjen-tsü terapisi uzmanlara göre "Çİ", tüm vücut enerjisinin, birleşik fonksiyonudur. Bu enerji alanında sinir merkezleriyle ilgili enerji dağıtım merkezleri de bulunur ki, bunlara "çakra" adı verilir. Bu çakralar bel kemiği boyunca sıralanmıştır. Bugün belkemiği boyunca yerleşik enerji merkezlerindeki (çakralardaki) enerji sirkülasyonunu engelleyen patolojik bozukluklar giderilebilmektedir.

Doğu ve batı parapsikoloji ekollerinde yer alan ve insandaki biyolojik alan ve onun düzeltilmesi konusunda yapılan çalışmalara gelince.

Günümüzde olağanüstü parapsikolojik olayları (elle tedavi dahil) açıklayabilen, sonuçlanmış tek bir bilimsel çalışma yoktur. Bugün dünyada yüzden fazla üniversite kürsüsünde bu olayın araştırması yapılmaktadır. Modern bilimde ana araştırma dalları şunlardır: Elektromanyetik, jeofizik ve psikofizik modelleri, elektronik ve rastlantısal süreçler ile ilgili düşünceler, değişim modelleri, kuantum mekaniği ve holistik modeller.

Öte yandan doğuya baktığımızda durum farklıdır. Eski yoga felsefesinde ve Çin tıbbında biyoenerjinin önemi büyüktür. M.Ö. 1000 yıllarında makrokozmos (evren) ve mikrokozmosun (insan, organizma), ilke olarak, tek bir şemaya göre yaratıldığına ilişkin düşünceler vardır. Bu sistemin ana hatlarını 5 temel unsur oluşturmaktadır. Bu unsurlar ateş, su, toprak, ağaç ve metaldir. Bunlar olmadan yaşam mümkün olmaz. Makro ve mikrokozmosun aktif faaliyetleri sonucu iki güç ortaya çıkmaktadır. Bu güçlerden biri erkek güç "YANG" ve diğeri dişi güç "YİN" dir. Bu iki gücün birleşimi dev bir yaratıcılık etkisi (impuls) doğurmuş ve sonuçta dünyanın ve varlıkların temelini oluşturmuştur. Yapısal birlik, evrensel cevher "Çİ" aracıyla gerçekleşmektedir. "Çİ", bir enerji, "yaşam enerjisi" olarak izah edilebilir ve "Çİ" yi tek bir tanımla anlatmak mümkün değildir.

Hint terminolojisinde "Çİ'nin karşılığı, "PRANA" dır. Teozofi ve antropozofide ise sema ya da "semavi cisim'dir. A.İ Kobzev, "Çİ" yi şöyle tanımlıyor: "Çİ" genel, dinamik, ruhsal ve maddi cevherdir. Bu tanım "Çİ" nin enerjik özelliklerini ortaya koymakta ve doğudaki biyoenerji kavramının anlaşılmasında büyük rol oynamaktadır. "Çİ" nin bu enerjik özellikleri, tüm Çin tıbbının ana temelini oluşturmaktadır.

"Çİ" gücünün yanında eski Çinliler dünyanın yaratılmasıyla ilgili bir ilke daha ortaya çıkardılar. İkilik ilkesi. Bu, ikincil bir ilkedir ve dünyanın oluşumunun anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Şematik olarak:

"Çİ" .................enerji-şekil — DAO — "YİN-YANG" ....... sema-toprakGörüldüğü gibi, varlığın üst düzeylerinde ikilik yasası geçerlidir. "Enerji-şekil" varlıkların durumunu gösteriyor. "YİN-YANG" ise şekilsiz enerjik durumlardan ortaya çıkan global, yasal bağları temsil eder. "YİN-YANG" burada gerçek, doğal, harikulade olan olaylardır ve yaşamı bağlayıcı doğa yasalarına uygundur. Bu ikiliğin her parçası birbirine geçmekte, birbirini koşullandırmakta, ayrı olamamakta, böylece karşıtlar arasındaki birlik ve savaş oluşmaktadır. Teklik ve ikilik ilkelerine göre dünyanın oluşumunun tablosu da ortaya çıkıyor. İnsan da bu tabloda yerini almıştır. Yaşam enerjisi "Çİ" organizmada engelsiz dolaşır. Bu hareket çok düzenli ve dengelidir. "Çİ" nin hareketindeki değişiklikler ise hastalık belirtisidir. Demek ki "Çİ" organizmadaki tüm süreç ve fonksiyonların dış çevre ile birbirini etkilemesinin başlıca belirleyicisidir. İnsan vücudundaki yaşam enerjisi "Çİ" nin gerçek adı, "KKKÇİ" dir. Bu enerji nefes ve gıdanın bir toplamıdır. Bundan dolayı Hindistandaki yogiler ve Çinliler "Çİ" toplamak için, nefes egzersizlerine çok önem verirler. "Çİ" vücuttaki tüm süreçleri hızlandırabilir. Örneğin bağırsak tembelliğini "Çİ" enerjisini toplayarak düzeltebilirsiniz.

Bu arada birçok kitapta "meridyen" terimini de görebilirsiniz. Bizim için meridyen, "Çİ" enerjisinin vücuttaki geçiş yollarıdır. Bu, ana meridyende oluşan bir komünikasyon sistemidir. İnsan vücudundaki her ana meridyen 12 organdan biri tarafından yönetilmektedir. Bunlar akciğer, kalın bağırsak, mide, dalak, kalp, ince bağırsak, idrar torbası, böbrek, perikard, safra kesesi ve karaciğer meridyenleridir.
Read More

Demonic Metodlar


Metodlar


Demonlar karakterimizin, benliklerimizin , zihinlerimizin genellikle bizi rahatsız eden henüz ifşa olmamış kısımlarıdır. Örnek vermek gerekirse, herkesin içinde bencillik karakteri bulunur. Bazıları bunu dışarı vurmuştur, bazıları hayatları boyunca bunu ifşa etmemiştir ve cömert biri olmuştur. “Mammon” adlı demonla çalışırsanız paragözlüğünüzü dışarı vurmayı başarabilir, bencilliğin tabiatını anlayabilir ve hatta bu doğayı hedeflerinize uygun şekilde, bir mason gibi yeniden inşa edebilirsiniz. Karakterinizin, bilincinizin, yada evrensel bilincin henüz size ifşa olmamış kısımlarını kavramaya başlamanız sizi farklı bir varoluşa taşır, değişirsiniz ve eski benliğinizi kaybedip yeni bir kişiliğe yelken açarsınız. Demonlarla çalışmanın etkisi kişiliğin topyekün değişimidir. 

Demonik çalışmaların diğer çalışmalardan farkı sonuçlarının hızıdır. Demonlarla yapılan çalışmalar buzlu bir pistte kılıç dansı yapmaya benzerler, hızlı ilerlersiniz ama dengenizi kaybederseniz sonuçlar kötü olabilir. Bu yüzden demonlarla çalışılırken kişinin ya çok dikkatli olması yada bir varlığa kendini bağlaması gerekir, bu tercih kişiye kalmıştır ve çalışmaların işleyiş biçimi açısından fazla birşey farkettirmez. 

Sinema ve tiyatro sanatçıları arasında söylenen bir söz vardır: “Oynamaya çalışan kötü oyuncudur”. Aldığınız rolü‘oynarsanız’ iyi oyuncu olamazsınız çünkü iyi oyunculuğun sırrı rolünüzü yaşamanızdır, hissetmenizdir. İyi oyuncular, aldıkları rol ‘olurlar’, oynamak istedikleri karakter haline gelirler. Oyunculuğun sırrı budur. Bu majikal bir eylemdir, kişilik gelişimine katkısı en fazla olan çalışmalardan biridir. Bu yüzden kişisel güven ve kendini tanıma gibi kaliteler oyuncular arasında daha kolay bulunuyor. Majikal okullarda da oyunculuk önerilmektedir.

Bir kişi hakkında bilgi almak istiyorsanız kendinizi onun yerine koyun. Bu majideki basit görünümlü ama derin olan binlerce sırdan biridir. Kendinizi birinin yerine koymanız sanatçılık gerektirir. Gerçekten “o olmalısınız”. Kendinizi yerine koymaya çalıştığınız kişi gibi hissetmeye çalışın. Onu düşünün, sanki o sizmişsiniz gibi. Bunun gibi çalışmalarla hedefinizdeki kişinin psikolojisine bürünürsünüz, onun duyguları, olayları ele alış biçimi, dünya görüşü size açılmaya ve sizi kaplamaya başlar. Bu taklidin doğasıdır. Taklit öyle bir aşamaya varır ki taklit ettiğiniz şeye dönüşürsünüz. Bu yöntem ne gibi konularda işe yarayabilir? Yüzyıllar önce ölmüş bir üstaddan ders almak için durmadan kitaplarını tekrar tekrar okur ve onun gibi hissetmeye çalışırsınız, böylece bir süre sonra “onun gibi olmaya başlarsınız”, daha doğrusu onun bilinciyle bir bağlantı kurmayı başarırsınız ve onun bakış açısını edinirsiniz. Bir diğer kullanım alanı da düşmanınızın gizlerini, planlarını yada karakterini öğrenmektir; düşmanınızın karakterine bürünerek “düşmanolursunuz” ve hayal edemeyeceğiniz kadar büyük bir aydınlanma yaşarsınız. Bu yöntemin karşı cinsi elde etmekte kullanılması da mümkündür.

“Kendini yerine koyma”nın esas kullanım alanı ise Tanrı formlarına bürünmek denen çalışmadır. Bir Tanrı seçersiniz ve “O olursunuz”. O’nun gibi hissetmeye, kendinizi tamamen O’na açmaya çalışırsınız. Gün içindeki tavrınız buna uygun olur, hayata böyle yaklaşmaya çalışırsınız. Bu, kişi yeteneksizlikten yada konsantrasyon eksikliğinden muzdarip biriyse dahi büyük enerji kapıları açan bir yöntemdir.

Demonlarla “kendini yerine koyarak” çalışmanın özü de Tanrılarla çalışmaya benzer. Demon sizden ayrı bir varlık olarak görülmez, o sizin bir parçanızdır. Demonların beynimizin kısımları olduklarını söylemek biraz sığ bir yaklaşım olabilir. Günümüzde demonlara daha geniş bir açıdan bakılıyor. İnsan kullanmayı beceremese de evrensel bir zihne sahiptir ve demonlar zekanızın henüz size açılmamış yollarıdırlar. Demonlarla çalışırken siz o demon haline gelmeye çalışırsınız, bunun için o demon gibi hissetmeye çabalarsınız ve o şekilde hareket etmekla uğraşırsınız. Bunu başarabilmenin yolu hissiyat olarak kendinizi demon ile uyumlamanızdır. Bunun için kullanılabilecek bir yöntemi örnek olarak veriyorum. Yöntem demonun sigili ile beraber yapılan ve demonun isminin mantra olarak kullanıldığı meditasyon çalışmasıdır. Her gece aynı saatte yapılmalıdır. Öğrenci önce 15-20 dakika süren bir gevşeme çalışması yapar, zaten bu her tür çalışma için bir ön şarttır. Kuzeye yönelerek sırtını bir yere dayamadan yere oturur ve sırtını dik tutar. Karşısına koyduğu Furcas* sigiline odaklanır ve (isim Latincedir) “FUUUR – KAAAS” şeklinde mantrasını söylemeye başlar. Mantra söylemek şu anlama gelir: bir sözü uzatarak söylemek, sonra durup nefes almak ve yine tekrar uzata uzata söylemek demektir, gayet yavaş yapılır ve odaklanılan şeye derinleşmek gerekir. Belli bir süre sonra sigile bakmak yerine gözler kapatılabilir ve sigil hayal edilebilir. Genellikle mantrayı tekrar sayısı 100′ün altına düşmez. Öğrenci mantrayı her söylediğinde içinden kendisinin Furcas olduğunu tekrar eder ve Furcas gibi hissetmeye çalışır. Öğrenci, demonun kendi varlığının bir parçası olduğunun bilincindeyse, Furcas’ın kendi ruhu ve bedenini kullanarak bu boyuta ayak basmasına kanallık ettiğini hissetmeyi de deneyebilir, bu durumda öğrenci ruhunun derinliklerinde henüz uyanmamış durumda bulunan Furcas’a seslenmektedir ve böylece uyanmasını ve bedenini kontrol etmesini istemektedir. Bu tip çalışmalar genellikle iki ay süresince yapılır. Yapılan çalışma sonucunda Furcas’ın kişinin aklına ve psikolojisine yapacağı etki çok güçlüdür, Furcas mantık melekelerini kuvvetlendirdiğinden öğrencinin dünyaya bakışında akılcı bir değişim görülür.

Demonlarla yapılan çalışmaların oyunculuktaki “rolü hissetmeyle” benzerlikleri açıktır. Bu yönteme genellikle “içeri davet” (invocation) denmektedir, normal davetten (evocation) farklıdır. Normal davette öğrenci çağırdığı varlığa kendisi dışında bir varlık muamelesi yapar ve karşılıklı iletişim kurmaya çalışır. Bu yöntemin artıları bulunsa da bazı durumlarda kişinin kendisiyle savaşmasına yolaçabilir ve bu durumların sonu genellikle kötü hastalıklar yada ölümdür. İçeri davet ise zaten gönüllü bir posesyon halidir, örneğin Tanrı formlarına bürünme çalışmasıyla Şeytan olmayaçalışan biri, gönüllü olarak Şeytan’ın posesyonuna uğramaktadır. Davet edilen varlığın karakterinin kötü olduğunu düşünmek bir psikolojik çatışma durumudur ve bunun gibi durumlarda (örneğin kişi invoke ettiği varlıktan içten içe korkuyor ve ona güvenmiyorsa) öğrencinin istenmeyen bir yaratığa dönüşmesi gibi sorunlar ortaya çıkabilir, bu durumda öğrenci genellikle ölmez ve zaman içerisinde eski benliği yada yeni benliği lehine kişilik çatışmalarını çözer.

Demonlarla çalışırken öğrencinin kişilik olarak demona dönüşmesi lazımdır. Bunun için öğrenci günlük yaşamının içinde kendini demon olarak hissedebilmelidir. Gün içinde bu duygusal hali sürdürmeyi gece yaptığı meditasyonlardaki hissiyatı hatırlamaya çalışarak başarır. Bu kendinizi demonla uyumlamanızdır. Demonlarla çalışırken başarıya ulaşmanın sırrı budur. Gün boyu, bir önceki gece yaptığınız mantra çalışmasında sahip olduğunuz ruh halini hissetmeye çalışırsınız ve böylece başarılı olursunuz. Tüm günleriniz ve tüm yaşamınız meditasyon olur, ta ki transformasyon gerçekleşene dek.

Demon çalışmalarını öğretmek amacı ile yazılan bu yöntem aynı zamanda elementlere, sayılara, gezegenlere yada Kabalistik sembollere yönelik olarak da kullanılmaktadır. Su elementini anlamak için “su olmalısınız”, ateş elementi olmak için de ateş olduğunuzu hissetmeniz gerektiği gibi. Nehir olun, akın. Toprak olun. Ağaç olun ve çiçek açın. Güneş olun ve aydınlatın. Kartal olun ve Yılan olun. Hepsinin çalışması aynı şekildedir. Olumlu çalışmalar için doğuya yönelebilirsiniz, bu tamamen tercihinize kalmıştır.

Read More

Hayvansal Tılsımlar

Hayvansal Tılsımlar


Tavşan Ayağı : İlginç bir tılsım daha. Hem de en popüler tılsımlardan biri. 20.yy'ın başlarında bu şöhreti yakalayan tavşan ayağı tılsımı için bir çok yerde bir dolu rivayetler üretilmiştir. Kimi "tavşanın ayağı uğurlu olsaydı, tavşana da uğur getirirdi, bakın şimdi o üç ayaklı bir tavşan" dedi, kimi hayvan haklarından bahsetti ve bunun bir katliam olduğunu savundu, kimi de onun uğuruna yürekten bağlandı ve onu en uğurlu uğuru saydı. Ama var olan bir gerçek, tavşan ayağının bir tılsım olarak kullanılıyor olmasıydı. Tılsım kaybetmek uğursuzluk sayılır ama, tavşan ayağı tılsımını kaybetmek kimilerine göre ölüm, zamansız bir felaket, kimilerine göre de çok büyük bir şanssızlık olarak algılanırdı.

Boynuz : Boynuzlar bugüne kadar birçok toplumda kah üzerinde taşımak, kah bir yere asmak suretiyle yaygın olarak kullanılan tılsımlardandır. Boğanın iriliği, vahşiliği gücü temsil ederken, çiftleşmesi doğurganlığı, çifte koşulması da bereketi temsil ettiği inancı onu bir tanrıya dönüştürür ve Antik çağ toplumları için bu durum ideal bir koruyuculuk timsali teşkil eder. Bir damına asılan ya da duvarına yerleştirilen bir boynuz o evin koruma altında olduğu inancını insanlara aşılar. Bugün altın ve gümüşten yapılan küçük ve tek bir boynuz bir zincirin ucunda boyuna asılır ve cinsel iktidar sembolü olarak kabul edilir.

Deniz kabukları : Bilinen koruyucu tılsımların en eskisi olan deniz kabuklarının 20 bin yıl öncelerine dayanan bir tarihi vardır. Deniz kabukları dünyanın bir çok yerinde tılsım olarak kullanıldıkları gibi, süs eşyası olarak da çok yaygındırlar. Deniz kabuklarını eskiden beri bir çok şeyle ilişkilendiren insanoğlu, onu hem nazara karşı koruyucu olarak, hem de doğurganlığı temsil edici olarak kullanmışlardır. Onların yumurta biçimli şekilleri gözü hatırlattığından, cesetlerin göz yuvalarına yerleştirilirdi. Bunda amaç, ölünün öte dünyayı çürümeyen gözlerle görmesini sağlamaktı. Bu çok yaygın bir gelenek olarak bilinir. Deniz kabuğunun kadın cinsel organına benzetilen yarık kısmından dolayı,bazı eski metinler onu dişi yaşam kapısı olarak adlandırır. O güçlü bir doğurganlık sembolü olarak ve de bir tılsım olarak, doğum sancıları ve kısırlığa karşı kullanılırdı. Kimi Asya ve Afrika ülkelerinde deniz kabukları hayvanların koşum aksesuarlarına takılarak onları nazardan korumak için de kullanılmıştır. Deniz kabuklarının takı olarak kullanılmasından sonra, bunların altın ve gümüşten olan taklitleri de yapılarak çok güzel birer süs eşyası olarak günümüzde de kullanılmaktadır. Bunların mavi sırlı topraktan, akik ve kuvarstan da yapılanları mevcuttur.

Baykuşlu Tılsımlar : Kem gözlere karşı en iyi koruyucunun yine bir başka göz olduğu varsayımıyla tasarlanan baykuş şeklindeki tılsımlar, en çok küçük bir Akdeniz adası olan Minorka'da kullanılmaktadır. En dikkat çekici özelliği gözlerin olduğu bu baykuş şeklindeki koruyucu tılsım, camdan veya metalden yapılır. Bugün bile hala popülerliğini koruyan baykuş tılsımlarının, Minorka'da evleri de büyük felaketlerden koruduğuna inanılır. Baykuşun uğursuz bir hayvan olarak bilinmesi, bu tılsımın pek fazla rağbet görmemesine yol açan en önemli etken olarak değer kazanır. Onun koruyucu rolü, pek çoklarına göre evrensel değildir. Çünkü o, gecenin şeytani yaratığı olarak bilinir.

Köpekbalığı Dişi : Kökeni Ortaçağlara dayanan ve günümüzde bile hem süs eşyası hem de koruyucu olarak kullanılabilen bir tılsım olan Köpekbalığı dişi  bir çok korumayı gerçekleştirdiğine inanılırdı. Bu tılsımın bu adı almasındaki nedene gelince ; Şiddetli bir fırtınada gemisi küçük bir adaya sürüklenen Aziz Paul, karaya çıkınca bir yılanın ısırmasına maruz kalır. O da buna tepki olarak o adayı kutsadı ve yılanlarına lanet okudu. O anda adadaki tüm yılanlar zehirlerini kaybettiler ve zararsız birer hayvan oldular. Bu yılanların zamanla ölmesi kayaların içinde fosilleşen üçgen şeklindeki dişleri ada halkı tarafından Aziz Paul'ün Dili olarak adlandırıldı ve bulundukları yerden çıkartılarak, üzerlerine altın, gümüş gibi montürler yerleştirildi ve kolye, gerdanlık, küpe gibi eşyalar haline sokuldular. Ama bunların aslında yılan dilleri değil, zamanla kayalarda fosilleşen köpekbalıklarının dişleri olduğu , çok sonra ortaya çıkacaktı.

Diş ve Tırnaklardan yapılan Tılsımlar
: Genelde ilkel toplumlardaki yerliler tarafından avlanan hayvanların diş ya da pençe ve tırnakları çok güçlü bir tılsım olarak görülürdü. Buna sebep olarak da hayvanlardaki o müthiş gücün, bu tılsımı kullananlara da geçeceğine inanılmasıydı. Ayı dişleri, bir kaplanın pençesi, bir kurt dişi, yaban domuzu ya da fil dişi çok rağbet gören, her birinin ayrı ayrı koruyucu bir güç yüklendiği tılsımlardı. Mesela bir ayı pençesi, doğum sırasında kadının en büyük yardımcısı olarak görülürdü. Ya da bir kurt dişi bebekleri korkulardan uzaklaştırır ve dişlerinin ağrılarını keser diye bilinirdi. İskandinav ırklarının bir çoğunda kutsal bir hayvan olarak bilinen Boz ayının pençesi, hayvanda bulunan o büyük gücün ve cesaretin tılsımı taşıyana yansıyacağı anlamı taşırdı. Bugün, bir kaplan dişi ya da pençesi, kumarbazların çok inandıkları bir uğur tılsımıdır.

Balık Tılsımları : Yüzlerce yıl Hıristiyan dininin sembolü olan balık, haçın kabul görmesinden sonra bu itibarını yitirerek yerini haça bırakmıştı. Asırlar sonra, 20. yy' da balık tekrar ortaya çıkarak, eski unvanına sahip olmaya başladı. Balık yüzyıllar boyunca cinsel bir sembol olarak ve Büyük Tanrıçanın üreme organlarını temsil eden bir simge olarak görüldü. Eski çağlarda böyle bilinen balık, Hıristiyan olmayan ülkelerde hala kısırlığa ve cinselliğe yardımcı bir tılsım olarak kullanılmaktadır. Kimileri balık tılsımları için " şeytandan korumasa bile taşıyanı cinsel yönden zevk alarak yaşamasını sağlayacak bir tılsımdır." derler. Balık tılsımları, Kuzey Afrika ülkelerinin bir kısmında şans getirmeleri ve cinleri, kötü ruhları uzaklaştırsın diye dükkan önlerine asılırlardı.

Yılan Figürlü Tılsımlar : Çelişkilerin hayvanı yılan, aynı zamanda da iyi bir koruyucu. Birçoğumuzun korktuğu, adının geçmesinin bile insanları ürperttiği yılan , Çağlar boyunca önemli bir tılsım simgesi olarak kullanılmıştır. Yılan şeklinde dolanmış yüzükler, yılan figürlü bilezikler ve kolyeler altınla birleşerek takı dünyasında önemli bir yer kaplamışlardır. Yılanlı tılsımların, hastalıklara karşı çok kuvvetli bir tesiri olduğu bilinirdi. Yılanı ölümsüzlük sembolü olarak da gören toplumlar vardır. Bugün Tıp dünyası bile bilinen bu ölümsüzlük yakıştırmasından dolayı yılanı amblem olarak seçmiştir.

Kedi : Bir patisi havada, oturan ve adeta birini çağıran pozda bir kedi düşünün! İşte bu Japonya'nın en gözde uğuru olan Neko'dur. Sahibine şans getiren ve kötü talihi uzaklaştırır diye bilinen bu kedi tılsımına Japonlar Maneki Neko, yani Çağıran Kedi ismini takmışlardır. Bu kedinin kaldırdığı patisi eğer sol ise, bu, işyerine müşterileri ve bereketi çağırıyor demektir. Şayet sağ patisini kaldırıyor ise, bu da bulunduğu eve huzur ve refahı davet ediyor demektir. Bu çağıran kedilerin beyaz renkte olanları mutluluğu, sarı olanları ise zenginliği işaret eder. Kara kedi de sağlık, sıhhat çağrısında bulunur. Ev girişine ya da dükkan vitrinine konulan bu kedi, gününüzün neşe içinde geçmesini sağlayacaktır. İrili ufaklı bir çok boyutlarda bulunan bu kedi tılsımları, eskilerde tahtadan yapılırlarken, şimdilerde çiniden yapılıp, geleneksel renklere boyanmaktadır.

Mercan (Kırmızı) : Yüzyıllardır tılsım yapımında kullanılan Kırmızı Mercan' ın , taşıyanı nazardan, cinlerden, büyü ve delilik gibi hastalıklardan koruduğuna inanılırdı. Hormon düzensizliği çeken kadınların ve doğumda zorluk çekmek istemeyenlerin üreme organları yanında bulundurduklarında kırmızı mercanın onlara yardım edeceğine inanılır. Ayrıca kırmızı mercanın bebekleri de koruduğuna inanılır. Hatta bebeklerde diş çıkmasına bile yardımcı olduğu rivayetler arasındadır. Kırmızı mercanın en etkili olduğu kullanım şekli, doğal halidir. Süsü eşyası kullanımında da kırmızı mercandan kolye, küpe ve yüzük yapılır.

Bokböceği : Mısır'ın bu kutsal böceği. Günümüz dünyasının bile en geçerli tılsımlarından biridir. Mısırlılar onun yaratılış, erkekliğin tartışılmaz gücü, üreme, bilgelik, reankarnasyon, ölümsüzlük ve yenilenmeyle özdeşleştirirler. Bokböceği tılsımı hemen hemen dört bin yıllık bir faal yaşam süresi gösteren ve dünyadaki tılsımların içinde en uzun bir geçmişe sahip olanıdır. Bugün bokböceği simgeli yüzük, küpe ve broşlar hala hazır kullanılmaktadır. Mısır'da hala bokböceği tılsımları uğur olarak satılmaktadır.

Diğer Hayvan Tılsımları

Ayı : Kadınlarda ağrısız, sancısız doğumun gerçekleşmesine yardımcı olur.

Geyik : Cinsellik sembolü olarak kabul edilir, kısırlığa iyi geldiği söylenir.

Kaplumbağa : Ani gelebilecek ölümlere, cehaletten, acele kararlardan ve zaaflardan korunmak için kullanılır. Efsanelerde ise, ebedi yaşam sembolü , gücün ve aklın simgesidir.

Kırlangıç : Şans ve mutluluk getirdiğine inanılır.

Yumurta : Doğurganlık sembolü olarak bilinir. Renkli taş yumurtalar evlerde sıkça bulunur.

Koç : Doğurganlık ve güç sembolü olarak kullanılır.

Keçi : Kısırlığa ve cinsel iktidarsızlığa karşı kullanılır.

Kuzu : Takana koruma yapar ve kısırlığı önleyerek huzur sağlar. Bir zamanlar o da balık gibi Hıristiyanlığın sembolü olarak kabul edilmiştir.

Yunus : Denizciler arsında pek yaygındır. Deniz kazaları ve denizden gelecek tehlikelere karşı denizcileri koruduğuna inanılır.

Akrep :
Kötülüklerden ve düşmanlardan koruduğuna inanılır.

Çekirge : Bilhassa çiftçilikle uğraşanlar için bol ürün ve bol kazanç demektir.

Güvercin
: Kutsallığın ve barışın sembolüdür, aynı zamanda yangın yıldırım ve sevgisizliğe karşı da kullanılır.

Aslan : Sağlıklı bir yaşam, bol para, başarı, güç ve cesaretin sembolüdür.

Arı : Doğurganlık, mutluluk, refah ve aklı temsil eder.

Boğa :
Cinsel iktidarsızlığa karşı kullanılır. Sevişmeden önce yatağın altına konulduğu bilinir.

Tüy :
İş yaşamında refah ve bol kazanç getirdiğine inanılır.
Read More

19 Ağustos 2022 Cuma

Mühr-ü Süleyman Nedir?


Mühr-ü Süleyman (Davud Yıldızı )

Hz.Süleyman (as)'in mühürüdür. Bu mühür belalara,sıkıntılara karşı,insanların ve cinlerin
musibetlerine karşı koruyucu bir mühürdür.Aynı zamanda günümüzde insanlar bu mührü yahudi simgesi olarak biliyor, Çünkü yahudilerde "Davud yıldızı" olarak nitelenip kullanıyorlar. Ama aslında Davud (as) bir müslüman peygamberi olduğu için ve Süleyman  (a.s) Davud (a.s) 'ın oğlu olduğuiçin,bu sembol bir yahudi sembolü değil,Müslümanların sembolüdür.Bu gafletden uyarmak içinde Şeyh Ahmed Yasin hz.leri bu mühüre sahip çıkmıştır.25 peygamber efendilerimizin ismi yazılıdır.

Hz Süleyman a.s mührü hakkında kısa bir açıklama yapalım

Çok kuvvetli rızık ve bereket tılsımıdır

Her türlü Şeytan ve Cinli varlıkların korktugu bir tılsımdır.

Bereket sembolüdür.

İnsanlar arasında sözü dinlenen olunur

Düşmanlarına karşı güçlü olur
Read More

19 Temmuz 2022 Salı

Melek Alfabesi Enokyan Dili


Melek Alfabesi Enokyan Lisanı


Ibranilerden öğrenilen Celestial ve Enochian Alfabelerine ayrıca “Melek Alfabeleri” de denir. Isa’nın öldüğü eski zamanlarda araştırmacılar Melek Hükümdarlıkları üzerinde ciddi çalışmalar yapmaya başladılar. O zamanlar Hristiyanlık ve din çok ciddi konulardı. Hükümdarlar kimin din hakkında bilgi verip konuşabileceği ve kimin konuşamayacağı üzerine sıkı kurallar koymuşlardı. Bu araştırmacılar gibi yasal olmayan yollardan çalışmalar yapmak hükümet tarafından kötü cezalara çarptırılıyordu.

Bu alfabelerin ibranilerin alfabeleri değiştirilerek meydana getirildiği ve kutsal melek ve Tanrı sembolleri içerdiği belirtilmiştir.

Enokyan Maji sistemi, 1580’li yıllarda Dr. John Dee ve Edward Kelley‘nin çalışmaları sonucunda elde edilen son derece karmaşık bir sembol ve dil sistemidir. Bu sistem onlara bedensiz varlıklar tarafından tebliğ edilmişti. bu varlıkları melek diye tanımladılar. Bu sistem, böyle kısa bir yazida anlatmak için fazla kapsamlıdır. Hatta, Dee ve Kelley’nin sandıklarından çok daha kapsamlı örneğin, Büyük Elemanlar Tablosu evrenin altı boyutlu bir şemasıdır.

Dee ve Kelley’nin bunu tam olarak idrak ettikleri düşünülmüyor .Üç boyutun ötesini içerecek geometrik çalışmaların o devirlerde gelişmediği bilinmekte .Son asrın sonlarında, bazı Golden Dawn (Altın Şafak Cemiyeti) üyeleri tarafından bu konuda önemli çalışmalar yapıldı (özellikle McGregor Mathers ve Aleister Crowley). Bu sistemin evren görüşü şöyledir, fiziksel evren iki yöne aynı anda hareket eden dört boyutlu bir hiperküredir .Dördüncü boyutta hareket eden bir Einstein evrenini düşünürseniz sanırım buna zaman benzeri hareket iyi bir benzetme olur. Hiperküre elemanlara ve alt elemanlara bölünmüştür (Golden Dawn revizyonunda harfleri ve başka sembolik sistemleri içine yerleştirdiler), bunlar da ayrıca bölünür, dolayısıyla bütünün her biriminin içerdiği güç istenildiğinde belirli veya genel olabiliyor.

Varlıklar bu güçlerin çeşitli çalışmalarında kullanılacak insan dışı bir dilde yazılı bir dizi metin çağrı veya anahtar verdiler. Bu sistemde ayrıca, gezegen güçleri vs.. gibi oldukça yaygın Rönesans maji - büyü unsurları da vardır.

Enochian 1. – Psişik Yetenekleri Kuvvetlendirir
Enochian 2. – Majikal Korunum ve Kişisel Güç
Enochian 3.- Şifa Vermek & İyileştirmek
Enochian 4. – Mutluluk, Keyif ve Aşk
Enochian 5.- Gizli Olanları Bilmek & Kehanette Bulunmak
Enochian 6. – Mars’ın Gücü
Enochian 7. – Dünyayı Kutsamak & Güzellikleri Korumak
Enochian 8. – Ateş & Ateşe Hükmeden Varlıklar
Enochian 9. – Şifa
Enochian 10. – Dilek
Enochian 11.- Kısmet & Büyü Bozma
Enochian 12. Gizlediğiniz Şeyleri Korumak
Enochian 13. – Birinin Aklını Karıştırma
Enochian 14. – Erkeklik Bağlama & Şehvet Yok etme
Enochian 15. – Paraya Hükmetmek
Enochian 16. – Şan Şöhret Kazanmak & İnsanlara Hükmetmek
Enochian 17. – Kısmet & Yardım
Enochian 18. – Huzur & Korunma

Enokyan alfabesiyle rüyaya girme

enokyan alfabesiyle rüyaya girme
birinin rüyasına girebilmek için enokyan alfabesiyle rüyasına girilmesi istenilen kişinin adı yazılıyor ve bu yastığın altına konuluyor.
Read More

Cinlerle Nasıl İletişim Kurulur?


Cinlerle Ruhlarla Çağırma Nasıl Olur?

Cinlerle iletişim kurma hakkında bugün sizlere bilgiler aktaracağız ; Bütün bu ruh çağırma dalaverelerinin kökünde eskilerin “Hüddam ilmi”, halkın da “CİN`cilik” dediği mesele yatmaktadır.

Bilhassa eskilerin ve Anadolu halkının yakından bildiği bu konu şöyledir:
Bazı tesbih veya duaların birer “HADİMİ” yâni “hizmetlisi – görevlisi” vardır.
Eğer bir kişi oturup, o kelimeyi veya duayı adedince okur, sonra da karşısına dikilen CİNden, o an için korkmadan bir şey isteyebilirse, o şey derhal olur!.
Veya o CİNin kendi emrine girmesini isterse, o cin artık onun hizmetkârı durumuna girer!. Bunun için de bir çok formül vardır!.
Bu formülleri bünyesinde toplayan bir çok kitaplar yazılmıştır eskiden ki, bunların içinde en meşhuru; “KENZÜL HAVAS” ismiyle bilinenidir. Bu kitabın içinde bir çok formüller vardır…Ancak burada şunu da hatırlatalım ki, “HÜDDAM”cılık ile “RUH ÇAĞIRMA(!)-SPİRİTUALİZM” arasında çok büyük bir fark vardır. İşte o fark da şudur:

Ruh çağırma(!) veya spiritualizm denen oyunda CİNlerle temasa geçen kimseler, daima CİNLERİN elinde oyuncak olurlar…

Aynen aslan eline düşmüş tavşan gibi; CİN de onları istediği gibi elinde oynatır… Ve onlar bu durumu asla fark edemezler.

“Hüddam” ilminde ise, formül, diğer yan şartlarıyla birlikte tam olarak uygulanabildiği zaman;insan, CİNni tam anlamıyla pençeleri altına alır; ve ona bütün istediklerini yaptırabilir. Hattâ, bir insanı bile, bu yolla o CİNine öldürtebilir. Aksi halde, yâni emre uymadığı zaman o CİN perişan olur.

Bu sebeple, bu ilmin kullanılmasında, insan için öteki sisteme göre mutlak bir avantaj vardır.İşte aradaki bu fark sebebiyle, eskilerin ve günümüzde de sadece birkaç kişinin bildiği “Hüddam ilmi”, spiritualizmden kat be kat üstün durumdadır. Çünkü, anlattığımız üzere, bu ilimde insan için CİNni emri altına almak söz konusudur. “Spiritualizm” diye veya “Ruh çağırma(!)” diye bilinen CİNlerle bağlantı hâlinde ise, CİNni hiç bir şekilde, bir bilgiyi vermek veya bir işi yaptırtmak için zorlamak söz konusu değildir.
Ancak burada şu hususu da çok iyi bir şekilde anlatmak gerekir;Eğer bir kişi “Hüddam ilmi’’nin gereği olan formüllerden birini yapmaya kalkar da; sonra
başlamışken, şu veya bu sebeple; meselâ formülü uygularken yarıdan itibaren duyacağı seslerden veya o sırada gözüne görünen acaip şekillerden korkarak yarıda bırakırsa, işte o anda onun için felâket başlar.

Onun, etkisi altına almaya çalıştığı CİN, o anda onu rahatlıkla avlar ve bu kişi CİNi emrine almaya çalışırken, CİN onu ele geçirmiş olur… Ki bundan sonra, o kişi artık CİNnin emrine bağlıdır. Böylece, Dimyata pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunur.Bu sebepledir ki, “Hüddam ilmi”ne dayanan bir formülü, ya hiç yapmamalı, ya da başlanıldığı zaman, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar yapmalıdır.Nitekim bu formülün tam olarak yapılmaması için o CİN, bir takım gürültüler oluşturur veya sesler çıkartır, âdeta içinde bulunulan evi veya katı yıkılıyormuşçasına gürültülerle sarsabilir; akla hayâle gelmeyecek korkunç şekillerde göze görünebilir!. İşte bütün bunlar olmasına rağmen, kişinin bütün
soğukkanlılığıyla elindeki formulü bitirmeye çalışması îcabeder.

Nitekim, “fazla tesbih çekmekten deli oldu”, diye halk arasında anılan hal de bu esasa dayanır.Bir kişinin yönlendiricisi olmaksızın ve formülü bilmeden rastgele tesbih çekmesi, ister istemez bir şifreyi meydana getirir ki, bu durumda, o anda şifreyle bağlantılı olan CİN otomatik olarak harekete geçip, o kişiyi hükmü altına alır… Ve o kimsenin bu durumdan haberi yoktur

CİNi kontrol altına alabilecek güce de sahip değildir. Artık ister istemez o CİNle iletişimleri başlamış olur.
Bu ilişkinin başlaması da bazen kulağına, bazen da içine gelen seslerle olur… Kezâ bundan önce de burun yoluyla kokular tesbit eder bazen… Ve sonunda CİNleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar bu yolunda devam ederse…
Bu gibi kişler, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişiler içinde açarlarsa, derhal “aklını kaçırdı”, “oynattı” diye nitelendirirler ve hastaneye kaldırılırlar. Oysa tıp henüz bu konuda âcizdir. Elektro-şokla tedavi etmek ister fakat bunu da başaramaz!.
Bu gibi kişiler, artık halk arasında “meczup” “zararsız deli” tabirlerine muhatap olarak hayatlarına devam ederler.
Bu gibi kişiler eğer içine düştükleri duruma rağmen, bu sahada yetkili bir şahsın eline geçerlerse, o halden kurtulmaları yollarının düzeltilmesi ve o yolda ilerlemeleri mümkündür.

Read More