20 Ağustos 2022 Cumartesi

Üçler Yasası


Üçler Yasası Nedir?


Üçler yasasının onurunu koru

Yaptığın her şey, üç katı ile sana dönecektir, Yasayı öğren, çok iyi öğren

Ne ekersen, onu biçersin.

Meselenin özünde en önde gelen kendine karşı bir koruma yaratmaktır.

KİMSEYE ZARAR VERMEDİĞİN SÜRECE NE İSTİYORSAN YAP

Genel yasadır. Yaptığın her şey ritüellerle, vecizelerle v.s kendin ve başkaları için tutarlı olmalıdır. İyi düşün ve yaptığın hiçbir şeyden pişman olmamaya çabala.
Read More

Cinler ve Ezan

Cinler ve Ezan

Sözlükte, “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek” manalarına gelen ezan (Arapça: الأذان) , terim olarak, “farz namazların vaktinin geldiğini, özel biçimde mü’minlere duyuran ve nasla belirlenmiş sözlerden oluşan çağrı” demektir. Ezan okuyan kişiye, müezzin denir. Arapçada aynı kökten gelen “mi’zene” ise, minare kelimesi ile eşanlamlı olup, “Ezan okunan yer” demektir.

Ezan-ı Muhammedî, kelime anlamına uygun bir şekilde, dünya üzerindeki saat farkı sebebiyle her an ve günde beş defa Allah’ın büyüklüğünün ve İslâm inanç esaslarının ilânıdır. Kulluğun, yüksek bir mekândan, yüksek bir sesle en büyük varlığa arzıdır. Hz. Ebû Bekir’in de ifade ettiği gibi, “İmanın bir şiarıdır.” 

Ezan, bir iskân mahallinde Müslümanların bağımsız ve hür olarak varlıklarını sürdürdüklerini haber veren bir işaret, o bölgede İslâm dinine bağlı olan insanların çoğunlukta olduğunu gösteren bir alâmettir. Ezansız bir İslâm ülkesi ve o ülkede büyük küçük her hangi bir semt, mahalle ya da köy düşünmek mümkün değildir. Bir meskûn mahalden ezan sesi geliyorsa, orada Müslümanlar var, bunlar çoğunluktadır aynı zamanda da hür olarak yaşıyorlar anlamındadır.

Bir Müslüman, daha yavrusu dünyaya ilk geldiğinde kulağına ezan okuyarak, âdeta ona kimliğini ve şiarını fısıldamaktadır. Bu, Resûlullah’ın torunu Hasan doğduğunda onun kulağına ezan okumasıyla  sünnet olmuş bir uygulamadır. Ezan, çocuğun ilk manevi aşısıdır.

Abdurrahman ibn Abdullah ibn Abdurrahman ibn Ebi Sa’sa el- Ensarî el-Mâzinî babasından, Ebû Said el-Hudrî’nin ona şöyle haber verdiğini nakletmiştir:

“Senin koyunları ve çölü sevdiğini biliyorum. Koyunlarının yanında olduğun zaman ya da çölde bulunduğun an, namaz için ezan okuyup da ünlenirken, yüksek sesle oku. Çünkü müezzinin sesini duyan bütün cinler, insanlar ve her şey kıyamet günü onun için şahitlik edecektir.”

Ebu Said, “bu sözü Rasulullah’tan (sav) işittim” demiştir.

İslam inancına göre kişi üzüntülüyken, biriyle tartıştığında, öfkelendiğinde ya da cinlerle ilgili rahatsızlıklarda ezan okumak; sefere çıkanı uğurlarken, ölüyü kabre koyarken ya da yeni doğan bir bebeğin kulağına ezan ve kamet okumak sünnettir.

Ezan, bütün manevi kirlerin, kötülüklerin, sapkınlıkların ve şeytanca işlerin, hayatı boyunca o çocuktan uzak durması için yapılan bir duadır. Çünkü ezanın bir gücü de budur. Ezanın bulunduğu ve duyulduğu yerde, kötülükler ve şeytan barınamaz.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Allah, ezan okunduğu yerin (köy ve mahallenin) ahalisini o günün fitnesinden korur.” 

İmam Ahmed’in Müsned’in Ubade b. Nisiy’den şöyle dediği rivayet edilmektedir:

Şam’da Madan diye bilinen ve Ebu’d-Derdâ’nın kendisine Kurân okuttuğu birisi vardı. Ebu’d-Derdâ, birgün onu göremedi. Birgün, o, Dabık’ta iken onunla karşılaştı. Ebu’d-Derdâ: “Ey Madan, öğrendiğin Kurân ne alemde? Bugün senin Kurân’la aran nasıl”, diye sordu. (Madan): “Allah da bilir ki daha iyi.”, dedi. (Ebu’d-Derdâ) ona: “Ey Madan, sen bugün bir şehirde mi yaşıyorsun, yoksa bir köyde mi?” Madan: “Hayır, şehre yakın bir köyde”, dedi. Ebu’d-Derda: “Yavaş ol, yazık sana ey Madan, dedi. Çünkü ben Resûlullah’ı (sav) şöyle buyururken dinledim: “Beş aile halkı bulunup da namaz için aralarında ezan okunup, namazlar için kamet getirilmeyecek olursa mutlaka şeytan onlara musallat olur ve şüphesiz kurt ayrılanı yakalar. Onun için yazık sana ey Madan. Sen, şehirlerde kalmaya bak!” 

İmam-ı Suyûtî, şöyle buyuruyor:

“Ulemadan bazılarının kitaplarında gördüm ki insanın içine girmiş olan cinni yakmak istediğin zaman sağ kulağına 7 defa ezan, 1 Fatiha, Felak ve Nas Surelerini okursan cin ateşte yanıyormuş gibi yanar.” 

Ezandan oluşan kelime gruplarının titreşimi ve dalgalanması öyle bir hâle yayar ki, ezanın işitildiği noktaya kadar bütün süflî varlıklar, o alandan uzaklaşır.Nitekim Resulullah (sav) namaz için ezan okunduğu zaman şeytanın dönüp onu duymayacağı yere kadar uzaklaştığını, ezan bitince geri gelse de kâmet edilmeye başlanınca tekrar dönüp kaçtığını anlatmaktadır. 

Şeytanın vesveselerine karşı direnç gösteremeyenler Resulullah’ın haber verdiği namaz örneğinde olduğu gibi şeytanın oyuncağı haline gelir. Şeytan kişinin işlerine bir nevi fesat karıştırmış olur.Sahihayn’da Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Resulullah, konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: 

“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, Ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. Kamete başlanınca yine kaçar. Kamet bittiğinde geri dönerek kişi ile kalbinin arasına girer ve ‘Şunu hatırla, bunu düşün’ diye aklında önceden olmayan şeylere vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi, kaç rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir.” 

Diğer bir rivayette “Namaz için ezanı duyunca sesini duyurmamak için mani gelmek ister, bitirince vesvese başlar.” olarak geçer. Diğer bir rivayette ise şöyle zikredilmektedir:

“Müezzin ezan okuyunca şeytan sırtını çevirir ve hızla kaçar.”

Hadislerde, ezan sesini duyan şeytanların kaçtığına dair bilgiler vardır. Buna Müslim’in namaz bahsinde kaydettiği Cabir’in şöyle dediğine dair hadis tanıklık etmektedir. Cabir’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: 

“Şüphesiz şeytan namaza çağırmak için okunan ezanı işitecek olursa, er-Ravhâ denilen yere kadar kaçar.”

Süleyman (el-A’meş) dedi ki: Ben ona (hadisi Cabir’den rivayet eden Ebu Süfyan’a) er-Ravhâ’yı sordum da şöyle dedi: Orası Medine’den otuz altı mil uzaklıktadır.

Bir rivayette, “Arka tarafından ses çıkartarak, koşar adımlarla kaçıp oradan uzaklaşmaya çalışır.” şeklinde ifade edilir.

Websitemizde deneyimlerini aktaran ziyaretçilerimizin anlattıklarında en büyük ortak nokta, kabuslarının çoğundan ezanla uyanmalarıdır.
Sabah Ezanıyla Sona Eren Karabasan ve Şeytani Rüyalar

İslâm düşüncesinde rüyalar, genel olarak, sâdık ve kâzib olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Fakat Resulullah (sav)’in bir hadisinden hareketle, kaynaklarda rüyaların rahmânî, şeytânî ve nefsânî olmak üzere üçe ayrıldığı sıklıkla görülmektedir.  Söz konusu hadiste Resûlullah:

“...Rüya üç çeşittir: Birincisi, sâlih rüya olup Allah’tan bir müjdedir. İkincisi, şeytanın verdiği üzüntüdür. Üçüncüsü ise, kişinin kendi durumundan kaynaklanmaktadır.”

buyurmaktadır. Bir hadiste, şeytanın uykuda insanla oynadığı bildirilir. Dolayısıyla bu tür rüyalar, böyle bir irtibat neticesinde, bir kişiyi mahzun etmek için şeytan tarafından gösterilir. Bundan dolayı onun şeytana nispeti münasiptir. Şu rivayet bu gerçeği gösterir:

Birgün, bir şahıs Resulullah’a (sav) geldi ve bir rüya gördüğünü söyledi. Bu rüyaya göre onun başı kopmuş ve kendisi de arkası sıra gitmişti. Anlatılanı dinleyen Allah Resulü (sav), “Şeytanın seninle uykuda iken oynadığını anlatma.” buyurdu.

Dolayısıyla ihtilam rüyaları ile bir Müslüman’ı korkutmak için şeytanın sebep olduğu rüyalar bu kapsamdadır. Bunlara hulüm, edğas-ü ahlam/ rüyay-ı kazibe .. gibi isimler de verilir. Bu sebeple onlar başkasına anlatılmaz ve yorumlanamaz. Yorumlansa da bir sonuç oluşturmazlar. Şu hadis, bunu belirtir:

“Rüya Allah’tan, hulm (düş) ise şeytandandır.” 

Korkulu rüyalar ve karabasanla ilgili Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin: ‘Allah’ın gazap ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah’ın sözlerine sığınırım.’ O zaman, hiçbir şey ona zarar vermez.” 

Yine Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Gece olunca çocuklarınızı dışarı çıkmaktan alıkoyun, çünkü o vakitte şeytanlar yayılmışlardır. Ama gecenin bir saati geçince onları bırakın ve kapıları kapatın ve Allah’ın adını anın, çünkü şeytan kapalı bir kapıyı açmaz. Su tulumunuzun ağzını bağlayın ve Allah’ın adını anın, kaplarınızı ve kaplarınızı örtün ve Allah’ın adını anın. Üstüne bir şey koyarak da olsa örtün ve kandillerinizi söndürün.” 

Karabasan ile kurulan iletişimi içeren bir anlatı örneği şu şekildedir:

Uyurken gece yanıma karabasan geliyor ve dizlerimin üzerine oturuyor. Gelirken çıkardığı ayak sesini duyuyorum. Sağıma ve soluma dönmeye çalışıyorum, kalkmaya çalışsam da kalkamıyorum. Bana izin vermiyor. Gitmesi için sürekli ezan okuyorum. Defalarca okuduğum ezanın arkasında kaybolup gidiyor. Olayı yaşadığım gün ve ertesi günü bu olayın yorgunluğuyla uyuyamıyor ve hasta oluyorum. Son zamanlarda gece yatmadan önce çok okursam ve dua edersem, televizyonu kapatmadan yatarsam yanıma gelmiyor.
Halk İnanışları

Halk kültüründe birtakım olumsuz hâlleriyle insanların yaşamında etkileri olduğuna inanılan esrarengiz yaratıkların varlığına inanılır. Olağan dışı kimi şartlar içinde onları gördüklerini öne sürenler vardır. Ancak, onlar hiçbir zaman iki kişi bir arada iken görünmemişlerdir. Cin ve peri, gibi adlarla anılan bu varlıkların bütün işlerini gece yaptıklarına, horoz sesi ya da sabah ezanı duyulur duyulmaz dağılıp konaklarına çekildiklerine; yaşadıkları yerlerin değirmenler, hamamlar, terk edilmiş, tekin olmayan yerler, örenler, mezarlıklar, hanlar olduğuna inanılır.

Halk inanışına göre, cinlerin erkek ve kadın cinsleri vardır. Dişilerine genellikle peri adı verilir.Perilerle iyi ilişkiler kurulmasına ve periler sevilmesine rağmen cinlerden korkulduğu durum çoğunluktadır. Bu olağanüstü varlıklar, özellikleri ve yaşadıkları yerler açısından ele alındığında, topluluk hâlinde beyler ve padişahlar tarafından yönetilerek — aslında tıpkı insanlar gibi — fakat insanlara görünmeden yaşarlar. Evlenip çoluk çocuğa karışırlar.

Ordu bölgesi halk inançlarında cinler kedi, köpek, keçi, tavşan kılığına girerler. Ayakları ters olur. Değirmene giren kişi “bismillah” çevirmezse mısırın bereketini ecünlüler alır. Davulları, zurnaları vardır. Ölür de başımıza bela olur diye çok korkan adama yaklaşmazlar. Biraz korkan adama işkence etmekten zevk alırlar. Sarı adama yaklaşırlar. Kara adana hamaylı gibi olduğu için dokunmazlar. Gece ortaya çıkarlar. Horoz ötünce kaybolurlar. Horoz ötme saati, bazı anlatılarda sabah ezanı vakti olarak da ifade edilir.

Nazilli’deki halk inanışlarında şeytanın geceleri insanlara rüyalarında halüsinasyonlar gösterdiğine, sabah ezanından sonra ya da sabah ilk horozlar ötünce şeytanın kaybolup, halüsinasyonunun etkisin geçtiğine inanılır.

Cinleri etkisiz hale getirme için kullanılan kutsal söz kalıpları içerisinde ayet, besmele, çeşitli dualar vs. yer almaktadır. Bazı anlatılarda ise bu kutsal söz, bir ezan olarak belirmektedir. Bir anlatıda cinler yine düğün yapıp eğlenirlerken içlerinden biri ezan vaktinin yaklaştığını ve ezan okunacağını söyler ve cinler düğünü sonlandırıp dağılırlar.

Bir metinde insanlar bir dereden geçerken cinlerle karşılaşır ve içlerinden bir hoca, ezan okuyarak insanların kurtulmasını sağlar. Hocanın korkudan dili tutulur ancak insanlar kurtulur. Başka bir örnek metinde ise bir yolcu gece vakti karşısına çıkan cinlerin bulunduğu yeri geçmek için dua okur ve bunu başarır.

İslam inancının kanonu diyebileceğimiz ezan, yalnızca cinleri değil öldükten sonra mezardan çıkıp dolaşarak insanlara zarar vereceğine inanılan hortlakları da etkisiz hâle getirmek için kullanılan araçlardandır. Bir anlatıda mahalleliyi rahatsız eden hortlağın mezarına gidilir ve hortlağın başı, mezarın içine sokularak orada ezan okunur ve böylece demonun mezardan çıkması engellenmiş olur. 
Memorat ve Anlatılar

Memorat bir insanın yaşadığı ve çeşitli sebeplerle izahı yapılamayan olağanüstü an ya da hikâye manasını taşır. İzahının yapılamamasının sebeplerinin başında çok kişisel yaşanımlar olmaları gelmektedir. Çoğu kez bir tanığı bulunmamakla birlikte bazen olay sadece tanıklar için olağanüstüdür. Mesela öleceğini söyleyen bir insanın ölüvermesi gibi. Bu ölüme tanık olanlar için olağanüstü bir durumdur.
Read More

Cin Musallatları ve Çözümleri

Cin Musallatları ve Çözümleri

Cinler, insan vücudunda daha çok kasıklarda saklanırlar. Sırasıyla ensede, diz kapak altlarında ve sol kol altında. (Çünkü sağ tarafta hayra yönelik amellerimizi yazan melek vardır. Oraya gelemezler.)

Beden sahibini bazen ateşlendirirler, bazen sol kolu uyuştururlar ve ağrı verirler. O ağrıyı dumanla verirler. Genelde sabah kalkınca sol kolda uyuşukluk olur. Kişinin sol tarafında bulunmalarının asıl sebebi, kalbin orada bulunması ve kişiyi kalbi olarak sıkıntıya sokarak ibadetten ve güzel şeylerden uzaklaştırıp, sapıkça şeyler yapmasını sağlamalarıdır.

Eğer kişi, sabahları çok zor uyanıyorsa, namazlarda çok vesvese oluyorsa, abdest anında akla hayale gelmeyen vesveseler geliyorsa, eşiyle çok şiddetli geçimsizliği varsa, eşinin yüzünü bir anda değişik görüyorsa, gözleri kan çanağı gibi kırmızıysa, sol kolda uyuşmalar oluyorsa, bunlar o kişide cin musallatı olduğunun delilleridir. 

Eğer gece geç vakitlerde yorgun uyanıyorsa, banyoda, tuvalette çok uzun kalıyorsa, ani sinirlenmeleri varsa, yatakta çok sağa sola dönüyorsa, uykuda dişlerini gıcırdatıyorsa, eşine karşı sebepsiz soğuksa, bir anda kendini kaybediyorsa, bir anda kramp şeklinde ağrı giriyorsa, bir anda uyku basıyorsa, iki ayrı insan gibi farklı kişilikler sergiliyorsa, mutlak surette bu o kişinin bedenin içinde cin olduğunu gösterir.

Diğer bir konu da insanın bedeninin dışından insana müptela olmalarıdır. O da şu şekilde olur: Onlar da rüya âleminde kendilerini göstererek alıştırırlar. Hiç acele etmezler, çok sabırlıdırlar. Kedi, köpek ve yılan olarak görülürler. Eğer uykuda yılan sokuyorsa uyanınca soktuğu yerde kişi acı hisseder.

Yerde fare gibi koşuşan siyah karaltılar görüyorsa, karanlıktan korkuyorsa, arkadan biri beni takip ediyor korkusu varsa, biri tarafından devamlı gözetleniyor hissine kapılıyorsa, namazlarda arkasında biri varmış gibi hissediyorsa, kâfir cinler tarafından gözetleniyor demektir. Uygun zaman kollayıp mutlak surette müsait bir anda içine girme yollarını arıyorlardır.

Devamlı zaman kollarlar. Üzgün ve ümitsiz anlarında “Fırsat bu fırsattır.” deyip saldırırlar. Daha çok ani şok anlarında, yani aşırı sevinç ve aşırı korku anlarında, kişinin savunma metopolizmalarının en zayıf olduğu anlarda kişiye müptela olurlar. Çok sabırlıdır ve hiç vazgeçmezler.

Cinlerden Uzak Olma Yolları

Şu duanın sıkça okunması lâzımdır:

Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.

Anlamı: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd ona mahsustur ve o her şeye kàdirdir.

Bu âyet, günde 100 defa okunur. Allah Resûlün'e 100'den az olmamak şartı ile salâvat getirilir. Kurân'ı açıp sesli olarak evde dinlediğiniz zaman evdeki cinlerin rahatsız olup uzaklaşmasını sağlarsınız.

Cinlerin etkisinden kurtulmak için aşağıda yazmış olduklarımızı uygulamanızı tavsiye ederiz inşallah yapmış olduğunuz bu uygulamadan fayda göremediğiniz zaman en kısa zaman da bir manevi doktor mutlak bulun derim. Bulduğunuz bu doktor, size şayet ilk etap da muska ve benzeri şeyler veriyorsa, orayı derhal terk edin; ondan bir fayda göremezsiniz. Çünkü cinler üzerinde belirli bir tasarrufu olmayan kişiler size yardımcı olamaz. Çünkü bu tür arız cinler, yazılmış ayetlerden fazla etkilenmezler. Onların da üzerinde insanların yaptıkları muskalardan etkilenmemek için korunma tılsımları ve zırhları vardır. Büyücülükte ve sihirde insanlardan çok ileri safhalardadırlar.

Evet, kendi kendinize yapmanız gerekenler ise şunlar..
Yöntem 1

41 kere “MÜ’MİNÜN SURESİNİN 97 VE 98'İNCİ” ayetleri.:

Okunuşu: Ve gul rabbi eûzü bike min hemezâti'şşeyatîn.

Anlamı: Ve de ki: "Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından Sana sığınırım." (Mu'minûn Sûresi, Ayet 97)

Okunuşu: Ve eûzü bike rabbi en (y) yahdurûn.

Anlamı: "Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Mu'minûn Sûresi, Ayet 98 )

41 defa Felak ve Nas sûreleri.

Günde 100 defa da “LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYÜL AZİM” denir. Buna bir hafta devam edilir. Genellikle abdestli bulunmak ve Allah’ı zikretmek de fayda sağlar inşallah.
Yöntem 2

41 Ayet'el Kürsi,
3 İhlas-ı şerif,
11 Felak,
11 Nas

7 defa da Fatiha suresi okunur. Bu okumaları özellikle hasta olduğunu hissedene birisi tarafından okunup nefes edilmesi yani üflenmesi lazım. Aynı zamanda bir suya da okunarak nefes edilir ve hasta olduğundan şüphe edilen şahsa içirilir. İçmiş olduğu bu suyun da tadı sorulur. Bir kenara not alınır. Su, sağ elle içilir ve Besmele çekilerek içilir.
Yöntem 3

Aşağıda yazmış olduğum duayı da her gün hasta olduğundan şüphelenen şahıs, dilinden hiç düşürmemeli:

“BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. BİSMİLLAHİL MAHZÜNEL MEKNÜN VE BİCELALİ VECHİKEL KERİM. VE BİL KEFFİL BÜRHANEL AZİM. VE LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİM. VE SALLALLAHU ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALA ALİHİ VE SAHBİHİ VE SELLEM”

İnşallah faydasını göreceksiniz. Tabii bunları yapmanız sizi rahatlatacaktır; ama kesin çözüm değildir. Kesin çözüm, sadece Allah’ın inayeti ile olur.


Read More

Boyutlar ve Maddeleşmeler

Boyutlar ve Maddeleşmeler


21. yüzyılda olmamıza, bilim ve teknoloji verilerinin artık metafizik dediğimiz birçok şeyi açıklar hale gelmesine rağmen hangi sınıftan yer alınırsa alınsın, etiket ne olunursa olunsun; Allah, Allah sistemi ve dolayısıyla ayet ve hadislerin bildirdiklerinin anlaşılamamasının en önde gelen sebeplerinden biri, Boyut Kavramının yeterince ya da hiç kavranılamamış olmasıdır. Boyut kavramı derken de, acaba neyi kastetmekteyiz?
Devasa alanları, hacimleri, büyüklüklerini mi? Maddenin katmanları olan molekül, atom, çekirdek, kuark, enerji boyutlarını mı ya da bizim maddenin paraleli olan diğer big bang noktalarının açılımından, patlamalarından oluşan evrenleri mi? (ki o boyutlarda enerji boyutu itibariyle bulunduğumuz ortamda aynen mevcuttur). Ya da maddenin ikiz boyutu olan ve bu anlamda paralel evrenler olan (ve kendi boyutları içinde de sonsuz boyutları içeren) "Nâr" ve "Nûr" boyutlarını mı?. Yoksa yaratılmışa ait Bilinç ya da yaratılmamışa ait Soyut boyutlarını mı?

Örneğin, bu boyutlarla ilgili bir soru da yer (arz) ve gök semalarıyla ilgili olandır. Bu semalar nerededir? Bunların Güneş sistemi ve planetleriyle nasıl bir ilgisi bulunmaktadır?. Bugünün bilimi ile bağlantı noktası neresidir? İnsanın aslında yok, var olanın sadece mutlak varlık olduğu düşüncesini oturtmaya çalışan İslam'daki verilerin dünya ve güneş merkezli bir evren anlayışını sunmamasına karşın neden bu türden açıklamalar yapılmıştır?. Görüldüğü üzere soruların ardı arkası kesilmiyor. Yeryüzü Semaları, içinde bizimde yaşadığımız boyutta olmak üzere atmosfer tabakalarıdır. Ancak bunu, küre şeklindeki dünya ve bu küreyi saran gaz katmanları biçiminde değil, her bir katmana, kendince maddesel karşılık gelen boyutlar olarak düşünmeliyiz ve her bir boyut da sonsuzluğa uzanır. Kısacası Sema kelimesi, şartlandığımız gibi makro kozmosa doğru uzanan yönsel ve mekansal bir kavram olmak yerine, mikro kozmosa, parçacık- enerji altı boyutu itibariyle ele alınması gereken bir kavramdır. Örneğin yaşadığımız maddesel boyut 7. kat olarak en alt düzeyde bulunur ve yukarı doğru çıktıkça da 6, 5, 4,..., 1 diye sıralanır. Dolayısıyla biz yedi kat yerin (Arz'ın) altında yaşamaktayız. Bizim yaşadığımız maddesel boyut da bildiğimiz gibi sadece dünyayla sınırlı olmayıp içine Ayı, Güneşi, gezegenleri, yıldızları, galaksileri.ve tüm sonsuz- sınırsız evreni yani madde ve katmanlarına ait evreni kapsamaktadır. Aynı şekilde atmosfer tabakalarıyla işaret edilen diğer Arz katmanlarını da, her birine ayrı, ayrı karşılık gelen bu maddesel yapıların ikizleri (paralelleri) şeklinde, sonsuza yayılan boyutlar olarak düşünmeliyiz ki bunlar aynı zamanda Afaki Boyutlardır. Ayrıca yer semaları, bizim yaşadığımız boyutun tüm yasalarından tamamen farklı kanunlara, yapılanmaya sahip olsa da bu boyutta yaşayan varlıklarda da tıpkı bizim gibi maddesel olarak algıladıkları beden ve o boyutun yaşamına kayıtlı olma, birimsel egonun tatmini,...vb negatif özellikler bulunmaktadır. Kısacası buradaki belli özellikler, o boyutlarda farklı şekillerde de olsa yine mevcuttur. 

Bununla birlikte öze doğru giden boyutları da bir boyutun bir üst boyuta göre alınmış bir kesiti olarak değerlendirmeliyiz. Örneğin, ölüm ötesi boyut olan ruh boyutuna göre yaşadığımız boyutun, hem mekansal hem de zamansal olarak bir hiç hükmünde olması gibi. Yedi farklı boyuttaki yedi sınıf olan Cinlerin yaşadığı boyutlar ile ölüm ötesi berzah boyutları bu yeryüzü sema boyutlarıdır. Yani Nar boyutları. Berzah boyutu, bu yedi yer semasını içine alan boyuttur. Bunlardan ikinci katta yaşayanların, bu sınıfın en zayıfı olmakla birlikte, insanların tefekkür, düşünce sistemine etki ederek çeşitli blokajlar oluştururken altıncı ve yedinci arz (yer) semasında yaşayanlarına da, hiçbir insan söz geçiremez. Çok güçlü ve çok zeki olan ve Hz. Süleyman'ın kıssasından hatırladığımız ifritler de beşinci arz semasında yaşamaktadırlar. 3. katta olanların ise, insan suretine bürünüp insanlar arasında dolaştığı ve bunun da ancak velayet kemalâtına sahip olanlarınca bilindiği, anlaşıldığı da mistik kaynaklarda bildirilmektedir. Ancak, bu varlıklar çok güçlü beyine sahip üst düzey velilerin bulunduğu yere (yerlere), bölgelere girememekte girdikleri anda da bu beyinler tarafından yayınlanan güçlü ışınlarla onlara zarar verilip gereğinde de yok edilebilmektedirler.

Gök Semaları ise, dünya merkez kabul edilerek dünya semasının yıldızı Ay ve yörüngesi 1. sema (ki tüm yeryüzü semalarını içermekte) ve diğerleri de sırasıyla Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve 7. sema olarak da Satürn ve yörüngesi yer alır. Uranüs, Neptün, Plüton. Ise 7. sema olarak geçer yani yedinci sema içindedir. Güneş sistemi dışındaki diğer yıldız, galaksi.vs olan mekansal genişlemeler de yine mekansallık yerine, katman- katman öze doğru giden boyutsal genişlemelerdir. Bütün madde, hayvanlar, bitkiler, insanlar ve diğer varlıklar; Ay semasının Rûhâniyetinden (bu meleğin adı Rukyail olarak bilinmekte) meydana gelmiştir. Aynı şekilde tıpkı Arz kavramında olduğu gibi, Sema katları da planet, (planet ve yıldız kelimeleri genel anlamda kullanılıyor, ama gerçekte ise, Ay bir uydu, Güneş bir yıldız, diğerleri de bir gezegendir) ve yörüngeleriyle işaret edilen Mana- Bilinç boyutlarıdır. Her bir planet ve yörüngeleri, sonsuz- sınırsız Evrenin Mana- Bilinç ve bunlara karşılık gelen daha doğrusu bunların oluşturduğu madde (Arz) boyutlarını ifade etmektedir. Bununla birlikte Gök Semaları, Afaki boyutlar değil, Enfüsi boyutlardır. Bu yüzden planetlerde yaşadığı söylenen Resul ve Nebilerin Örneğin, Hz. Adem'ın Ay, Hz. Nuh'ın Merkür, Hz. Yusuf'ın Venüs, Hz. İdris'ın Güneş, Hz. Yahya ile Hz. İsa'ın Mars, Hz. Musa'ın Jüpiter, Hz. İbrahim'ın da Satürn- Uranüs- Neptün- Plüton' da yer alması, bunların onlara ait olması demek, onlar orada yaşıyor, bulunuyor anlamında değildir. Bunun anlamı, bu planetlerle işaret edilen boyutların ihtiva ettiği ya da o planetlerin ikizlerinden (ruhlarından) yansıyan manalara ağırlıklı olarak sahip oldukları, bu manaları yansıttıkları anlamındadır. Ama bunun yanında o planetlerin daha doğrusu tüm planetlerin ikiz boyutlarına da gidebildikleri doğrudur. Ancak, dünyanın enerji yapısından meydana geldiklerinden tekrar dünyaya geri dönerler. Çünkü berzah boyutunun, dünya atmosferiyle sınırlı olmadığını, bunun boyutsal bir durum olduğunu bu yüzden de diğer planetlere kadar uzandığını az önce belirtmiştik. Aynı şekilde Cinler de güneş sistemi içindeki planet ve uydularının ikizlerinde yerleşik olarak yaşamakta, bunların arasında seyahat edip buralarda bulunabilmektedirler. Güneş sisteminin dışına ise çıkamazlar. Ancak bu da bu planetlerle ifade edilen Bilinç boyutlarında yer alıyorlar anlamında değildir. Bunun için Melek olmaları gerekirdi. Elbette bunlar bizim güneş sistemi içinde yaşayanlar. Bu türün bizim güneş sistemi dışında yaşayanları da bulunmaktadır. Dolayısıyla Hz. Resulullah Efendimizin miraçta, gök sema katlarında Resul ve Nebiler ile görüşmesi olayı da tamamıyla boyutsal müşahedesiyle ilgili bir olaydır. Ölümü tadan insanlar da ruh bedeniyle ya dünyanın atmosferi içinde yedi kat yerin (arzın) altında hapis kalmakta (ki büyük çoğunluk böyledir) ya da dünyada elde ettikleri güç nispetinde berzah boyutunda güneş sistemine ait planetlerin ikizlerine yükselebilmektedirler.Bununla birlikte, birtakım insanlar, yeryüzü semalarını maddesel olarak ele aldıkları için doğal olarak cinlerin atmosfer dışına çıkamayacağını, bu nedenle de atmosfer üstünde görülebilecek UFO'ların tamamıyla gerçek uzaylılar olacağını belirtmektedirler ki, bunun da kesinlikle doğru olmadığını böylece açıkça göstermiş olduk. “Ey cinler ve insanlar topluluğu! Arz ve Arz semalarından (melekî boyuta) çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Ancak Allah'ın vereceği bir kuvvet olmadıkça asla bunu yapamazsınız” (55-33)

“ Gecenin son üçte birinde Rabbim dünya semasına iner de dua edenlerin dualarını kabul eder” hadis ifadeleri de aynı şekilde ayette, Bilinç de ki Afâktan Enfüse, hadiste de Enfüsten Afâka (özden dışa doğru) olan boyutsal geçişleri, açığa çıkışları anlatmaktadır. Aynı şekilde Hz. Resulullah da Miraç olayında önce dünya semasına çıkmış ve “dünya semasının kapısında.” ifadesiyle ruh boyutuna, ruhlar alemine geçiş yapmıştır. Dolayısıyla bu yeryüzü seması içindeki berzah boyutunda birtakım ruhların, insanların yaşadıkları azabı müşahede etmiştir. “Ölümü tadan her kişi gözünü miraca diker” hadisi de buna işaret eder.

Yakın gök ifadesi de, birinci gök seması olan Aya kadar uzanan (ki bu iki boyut arasındaki sınırdır) dünya ve dünya semasıdır. Cinlerin başı olan İblisin ilk önceleri Cennet muhafızı ve Yakın Göğün Sultanı olması bu boyutlar itibariyledir. Böylece, İblis yeryüzü semasında yani, maddeye, Afaki boyutlara dönük değerler ve anlamlar dünyasında yaşamakta, tebasını, onu kabul etmiş, ona bağlı olanları da bu doğrultuda yaşatmaktadır. Bu yüzdendir ki insanların, en geniş anlamda Allah'a ayna olabilme üstün kapasitesiyle yaratılmış olduklarını (halife olma özelliğini) hazmedemeyen Cinler, insanı mevcudiyetindeki melekî güçleri, dolayısıyla Hakikatini, Allah'ı keşfetmesini engellemek için daima insanları, yeryüzü sema boyutlarına yani, dışa dönük algılamalara, maddesel anlayışa, değerlendirmelere, uzayın Afaki boyutlarına yönlendirmekte ve bu boyutların nihai noktalar olduğunu onlarda oluşturarak o boyutlarda kayıtlanmalarını sağlamaktadırlar. Sonucunda da onlar için Öze, Enfüse giden yollar ebediyen kapanmış olmaktadır. Bu tür konulara meyilli olan birçok kişinin Enfüsi boyutlara ramak kala bu yüzden bloke olup alt boyutlara düştükleri bilinmektedir.

Cinlerin sema katlarındaki meleklerden, melekî boyutlardan önceleri haber alıp daha sonra bunu başaramamaları, alamamaları olayı ise, bildiğimiz anlamda bir mekandan ayrı bir mekana, gökyüzünde yaşayan meleklerin yanına gidip daha sonra o mekanlar arasındaki bir şeyle taşlanmaları nedeniyle bir daha gidememeleri şeklinde düşünmemeliyiz. Burada da olay tamamıyla bilincin o boyutlara yönelip, o boyutlardan ilgili bilgileri önceden alabilmelerine karşın daha sonra astrolojik tesirler, kozmik ışınlar (manyetik bulutlar) sonucu o boyutlara yönelememe, o boyutları algılayamama ya da algılayıp da bunu iletememe durumudur. Çünkü bunları yaptıkları ve buna direndikleri taktirde üzerlerine gelen bu ışınlar tarafından yok edilip öldürülürler. Şunu da kesinlikle belirtmek gerekir ki, daha önceleri bu haberleri alma durumu da cinlerin melekî boyutların içine girme, o boyutta yer alma şekliyle kesinlikle olmamaktadır, olamaz da. Çünkü melekî boyutlara giremezler. Nasıl ki, bir kişi bir yere gitmeden de o şeyin sesini duymakla ya da uzaktan o şeyi görmekle de ondan haberler alabiliyorsa, cinler de aynı şekilde dünya semasının sınırından daha özde bulunan gökyüzü semasına yani, melekî boyutlara boyutsal yönelerek bu bilgileri alabilmekteydiler.

Bilindiği üzere şeytani vasıflı cinler, önceleri sahip oldukları özellikler dolayısıyla melekî boyutlardan gayba dair haberleri işiterek daha doğrusu o boyutlara zumlama yaparak, geleceğe dönük elde ettikleri çeşitli bilgileri falcılara, büyücülere, kısacası Cincilere. Aktarıyorlardı. Elbette onlar çok büyük birer yalancı olduklarından bu taşıdıkları bilgilere de oldukça çok yalanlar katıyorlardı. Fakat Hz. İsa'ın doğumundan sonra 5., 6., 7., katlardan, Hz. Resulullah'ın Risâlet görevini aldıktan sonra da tüm semalardan kovulmuşlardır. Yani artık o bilgileri dünya semasının civarından alamaz olmuşlardır. Bununla birlikte, burada ya da astrolojide geçen kozmik ışınlar ise, bizim madde boyutuna ait çeşitli düzeylerdeki parçacık – enerjiler (plazmalar) değil, maddenin ikiz boyutlarından gelen ışınlardır ki bunların varlığını da oluşturan yine meleklerdir.

Algıladığımız maddeye dönük olarak, Nurani yapılarıyla her an etkilemekte olan ve kendini bilmeyen (dolayısıyla sadece verilen görevleri sistemde yerine getiren) melekler yeryüzü melekleri ismiyle anılırken, aynı şekilde diğer yeryüzü semalarını devamlı etkileyen melekler de bulunmaktadır. Bunlardan farklı ve bunların çok daha ötesinde, çok çok üstünde, Hakikatini Bilen ve bunun gereği olarak Kendinden oluşumlar meydana getiren melekler de vardır ki bunlara da Sema Melekleri adı verilmektedir. 
Read More

Dürzilik

Dürzilik


Fatimi halifesi el-Hakim Biemrillah'ı tanrı olarak kabul eden ezoterik bir inanç akımıdır. 11. yüzyılda Suriye'de ortaya çıkan bu akımın adını kurucularından Ebu Abdullah Muhammet bin İsmail Anustegin ed-Derezi'den aldığı ileri sürülmektedir. Kimi araştırmacılar, Dürziliği İslam'ın Batini akımları arasında saymalarına karşın, Sünni şeriatıyla olduğu kadar Şii-Batini anlayışla da çatışan tarafları vardır.
Dürziliğin Kökeni

Dürzilerin ırk olarak kökenleri konusu tartışmalıdır ve oldukça farklı köken kuramları ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre Dürzilerin kökeni, Hititlere ya da Galatlara kadar geri götürülür. Bazı araştırmacılar, eski İran kavimlerinden Perslerin ve Medlerin inançları olan Mazdeizm ile Dürzilik arasındaki benzerlikleri kanıt sayarak, Dürzilerin bu kavimlerin soyundan geldiklerini ileri sürerler. Kimi etnograflar ise Dürzilerin Asurlular tarafından sürgün edilmiş barbar bir kavmin devamı olduklarını savunurlar.

Dürzilerin kökeni hakkında bir başka görüş, bunları Fenikeliler ile ve özellikle Eski Ahit'te I. Krallar 5:6 'da sözü edilen ve Süleyman Tapınağı'nın yapımı sırasında Lübnan dağlarından kereste sağlayan Saydalı isçilere bağlamaktadır. Uzun yıllar boyunca Lübnan'da yasamış olan Haskett-Smith, “The Druses of Syria” (Suriye Dürzileri) adlı yapıtında: “Dürziler, kendilerinin Süleyman Tapınağı'nı yapanların torunları olduklarını ileri sürüyorlar; oysa Eski Ahit ve Yahudi tarihi hakkında bilgileri pek sınırlı.” diye belirtmektedir.

Dürziler, kendilerini Arap ırkından sayarlar. Dürzilerin kökeni konusunda en çok yandaş toplamış olan görüş, Dürzilerin Yemen'deki Süryani kökenli Araplar oldukları biçimindedir. Bu görüşe göre Dürziler, büyük bir sel felaketinden sonra Yemen'den ayrılarak kuzeye göç ettiler. İslam'ın yayılması sırasında bu yeni dini benimseyerek, Lübnan'ın dağlık yörelerini yurt edindiler.

Dürzilerin kökeni hakkında Batı'da geliştirilmiş olan bir söylenceye göre Dürziler, Haçlı Seferleri sırasında Lübnan dağlarına yerleşmiş olan Dreux Kontu ve adamlarının soyundan gelmektedirler. Bu topluluğun torunları kendi dil ve dinlerini tümüyle yitirmişlerdir. Dürzi sözcüğünün kökeni de Dreux'ten türemiştir. Söylenceye göre, 12. yüzyılda yörede kalıp, memleketlerine dönemeyen bu Haçlılar, Müslümanların baskısı karşısında Comte de Dreux'nün komutası altında dağlara çekilmişler ve yerliler ile evlenerek ayrı bir topluluk oluşturmayı başarmışlardır. 17. yüzyılda bu söylence daha da geliştirilmiş ve Dürzilerin başında bulunan Emir 2. Fahreddin'in Lorraine hanedanı ile kan bağı bulunduğu ve bu yolla ilk Kudüs Haçlı Kralına bağlandığı ortaya atılmıştır. Fahreddin'in 1613-1618 yılları arasında Floransa ve Paris'te kaldığı, hem Medici hanedanı hem de Fransa Kralı 13. Louis ile Osmanlılara karşı ittifak kurduğu bilinmektedir.

Dürziliğin inançsal kökeni, Mısır'daki Fatimi devletine dayanmaktadır. Araştırmacılar, Dürziliğin tarih sahnesine çıkışını, Fatimi halifesi el-Hakim Biemrillah'ın kendisinin Tanrı olduğunu ileri sürdüğü 1017 yılı olarak kabul ederler. Bu yıl, Dürzilerce takvim başlangıcı biçimde değerlendirilir.

el-Hakim'in veziri olan Hamza bin Ali, Hakim'in Tanrılığına dayanan bu yeni inancı yaymak görevini üstlenir ve Hakim'in imamlığını ve Tanrılığını savunan iki risale kaleme alır. Bu risalelerde Allah'ın yedi imama hulul ederek insan biçimine büründüğünü, Hakim'in özünde Allah'ı bulunduran son imam olduğunu iddia eder.

Hamza, Hakim'in Tanrılığının yanı sıra, kendisinin de peygamber olduğunu ortaya atar. Hamza bu yeni inançları yayması amacıyla Anustegin ed-Derezi'yi Suriye'ye gönderir. Anustegin, Suriye ve civarında yaptığı propagandalarda oldukça başarılı olur. Diğer taraftan 1020 yılında Hamza, Kahire'de bir camide inançlarını açıkça duyurur ve bunun üzerine Hamza karşıtı büyük bir ayaklanma başlar. Hamza, bir süre Hakim tarafından korunur ve sonra ortadan yok olur. Halife Hakim ise, giderek genişleyen ayaklanma karşısında özellikle Fustat kentine karşı müthiş bir intikam hareketine girişir. Ne var ki tam bu sırada halife Hakim de 23 Şubat 1021 gecesi esrarengiz biçimde ortadan kaybolur. Hakim ve Hamza'nın yandaşları, Mısır'ı terk etmek ve Suriye'de Anustegin ed-Derezi tarafından oluşturulan topluluklara katılmak zorunda kalırlar.

Zamanla güçlenen Dürziler, Haçlı Seferleri sırasında İsmaililer ile birleşerek İslam ordularına karşı Hıristiyanların yanında yer alırlar. Ancak bu dönemde o yörede yasayan İsmaililer ile Dürziler arasındaki ilişkiler hakkında açık bir fikir edinmek olanaklı değildir. Bir çok araştırmacı, bu iki mezhebi birbirine karıştırmıştır. Kesin olarak bilinen, her iki mezhebin de Haçlı Seferleri'nin sonuna kadar Hıristiyanların müttefiki olarak kaldıklarıdır.

Haçlı Seferleri'nden sonra yörede varlıklarını sürdüren Dürziler, Kaysiler ve Yemaniler diye iki kola ayrıldılar. Yemaniler, Mercidabık Savaşı'nda Osmanlıların yanında yer aldı. Daha sonraki yıllarda sık sık çıkardıkları ayaklanmalar ve kargaşalıklarla Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sorunlu topluluklardan biri olma özelliklerini sürdürdüler.

1. Dünya Savaşı sırasında diğer Arap kabileleri gibi Osmanlılara karşı harekete geçtiler ve Fransız işgali sonucu Osmanlı yönetiminden ayrıldılar. Fransızlar Dürzilerin yaşadıkları yörede özerk “Cebel-i Dürz Emirliği”ni kurdular. Dürzi Emirliği, 1936'da kaldırıldı ve Dürzilerin bir kısmı Suriye'ye, bir kısmı da Lübnan'a bağlandı.
Dürziliğin İnançları

Dürziliğin inançsal temeli, Hamza bin Ali tarafından oluşturulmuştur ve dört temel ilkeye (farz) dayanır.
1. Hakim'i Allah Bilmek

Hakim, hem Allah hem de insandır (Lahut-Nasut). Bu iki nitelik birbirinden ayrılmayacak ölçüde iç içe geçmiştir. Allah'ın tüm işleri anlamlı ve bilgecedir. İnsan aklı O'nu ve işlerini kavrayıp tanımlayamaz. Allah, bir çok kez insan biçiminde ortaya çıkmıştır; en son olarak Hakim biçiminde kendisini göstermiştir. Kötülükler ve bozukluklar ortadan kalktığında gizlendiği yerden bir kez daha ortaya çıkacak, Dürzileri ödüllendirip inançsızları cezalandıracaktır
2. Emri Bilmek

“Kaim al-Zaman” olarak da adlandırılan emir, Hamza bin Ali'nin kendisidir. Hamza, Allah'ın ilk yarattığı, ilk cevheridir. Evren ve tüm diğer varlıklar ondan yaratılmıştır; bu nedenle Hamza, yaratıkların en onurlusu ve Allah'ın elçisidir. Dünya ve Ahret islerini yöneten, ceza ve ödül veren odur. Allah'ın öz nurundan yaratıldığı için, imamların imamı olup, kıyamet gününde sevap ve ikab onun eli ile yapılacaktır. Yer, içer, el ile tutulur. Babası ve anası vardır. Karısı ve çocukları yoktur. O, nedenlerin nedeni ve tümel akildir (Akl-i Külli).
3. Hududu Bilmek

Tanrısal emirleri öğreten ve yayanlara “Hudud” denir. Hudud'un başı Hamza'dır ve onunla birlikte sayıları beşe ulaşır. Bunlara “Vezir” de denilir. Hamza'dan sonra gelen dört hudud, yaratıkların en onurlularıdır, evlenmedikleri gibi her türlü günahtan uzaktırlar. Bunlar dışında hudud sayılan üç grup daha vardır: “Dai”ler, “Mezun”lar ve “Mukassir”ler.

Dinin önderleri diye adlandırılan “hudud” aslında beş Tanrısal ilkeyi temsil etmektedir. Beş Dürzi önderin de kişiliklendirilen bu beş ilkeden ilki erkek ilke olan Evrensel Akıl'dır ve Tanrı'nın ilk yarattığı varlık olan Hamza bin Ali tarafından temsil edilir. İsmail bin Muhammed tarafından kişiliklendirilen ikincisi Evrensel Ruh 'tur (Nefs) ve dişi ilkedir. Bunların ikisinden, Muhammet bin Vehb'de kişiliklenen, Söz (Logos) türemiştir. Söz ve Evrensel Rus'tan üreyen ve Selame bin Abdullah'da kişilik kazanan dördüncüsü ise Sağ Kanat (el-Cenahu 'l-Eymen) ya da Yöntem'dir. Sağ Kanat'tan aynı biçimde üreyen ve Bahaeddin Muktena'da kişiliklenen Sol Kanat (el-Cenahu 'l-Yesar) ya da İzleyen besincileridir. Bunlar, aynı on sefirotun Kabalacılardın gizem ağacını oluşturması gibi, Dürziliğin dinsel hiyerarşisini oluştururlar. Büyük olasılıkla Dürziler, bu kavramları Kabalacılar'dan almışlardır.

Dürzilerin kutsal simgesi Beş köşeli bir yıldızdır. Bu yıldızın her bir köşesi ayrı renkte olup, Beş hududu ve onların niteliklerini temsil eder:

Yeşil: Gerçeğin anlaşılması ve kavranması için gerekli olan “Akıl”dır. Allah'ın iradesini temsil eder.

Kırmızı: “Nefs”tir ve varlığın sınırlarını belirler. Akla yardımcıdır.

Sarı: Gerçeğin en yalın ifadesi olan “Söz”dür. İlk ikisine yardımcı olmaktadır.

Mavi: “as-Sabik”tir. İradenin düşünsel gücünü temsil eder. Söz'e yardımcı olmak ve onu her türlü kötülükten koruyarak, evreni uyum ve düzen içinde tutmak üzere yaratılmıştır.

Beyaz: “al-Tali”dir. Mavi'nin gerçekleşmesi ve gücün maddeleşmesidir.
4. Vasiyetlere Uymak

Bazı ahlak kurallarından oluşan ve “Hasil” da denilen vasiyetlere uyulması zorunludur. Bu kurallar:Doğru sözlü olmak (Sidk al-Lisan).
Kardeşlik, mezhep üyelerini koruma (Hifz al-İhvan).
Önceki tüm ibadetlerin ve dinsel inançların terk edilmesi.
İblis'ten ve tüm kötülerden uzak durmak.
Hakîm'ın tek Tanrı olduğuna inanmak (Tevhid al-Hakîm).
Hakîm'ın buyruk ve eylemlerine boyun eğmek.
Hakîm'ın iradesine teslim olmak.

Öğretileri su şekilde özetlenebilir: Yalnızca tek bir Tanrı vardır. O, bilinmez ve bilinemez, tahayyül edilemez. Yalnızca O'nun varlığını, var olduğunu doğrulayabilir ya da bilebiliriz. Tanrı insan biçiminde dokuz kez görünmüştür. Bunlar, bedenlenme (incarnation) biçiminde değildir, zira Tanrı bir bedene gerek duymaz, bu belirmeler daha çok bir insanın elbise giymesi gibi Tanrı'nın beden giymesi tarzında olmuştur.

Dürzilerde bilgeliğe yalnızca belirli bir dinsel eğitimi tamamlamış olan seçkin kişilerce ulaşılır; bunlara “akıllılar” anlamına gelen “Ukkal” denir. Bunlar başlarına beyaz sarık sararlar ve kendi aralarında özel toplantılar düzenlerler. Dürzilikte “Ukkal”ın uygulamakta olduğu dokuz dereceli bir hiyerarşik yapılanma bulunmaktadır. İnisiyasyonun ilk yılında deneme süresini tamamlayan aday, asil üyeliğe kabul edilebilir. Çıraklık devresini tamamlayan Dürzi'nin ancak ikinci yılda inancının simgesi olan beyaz sarık takmasına izin verilir ve mezhebin tüm gizem törenlerine katılmaya hak kazanır.

Çoğunluğu oluşturan diğerleri Dürzi inançlarının yalnızca sınırlı bir bölümünü bilirler ve bunlara da “cahiller” anlamına gelen “Cuhhal” denilir. Bunlar ancak herkese açık ibadet yerlerinde buluşurlar. Böylelikle iki katlı bir inançsal yapıya sahip olan Dürzilik, kendine özgü bir ezoterik yapı ortaya koymaktadır. Bu tür iki katlı inançsal yapıların özellikle Manicilik, Bogomiller, Paflikyanlar ve Batı'da Katharlar'da bulunduğu bilinmektedir.

Dürzilerin inançsal ilkelerinin yalnızca bir tür inisiyasyondan geçmiş kendi mezhep üyelerine açıklanan gizler olması nedeniyle, inanç ve öğretileri tam olarak bilinmemekle beraber Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet karışımı bir ulaşımcı sentez gibi değerlendirilmektedir.

Tapınmaları gizli olduğundan törenleri hakkında güvenilir bilgilere sahip değiliz. Yüksek ağaçlıklar arasında ya da dağların tepelerinde gizlenmiş kutsal yapılarında hemen hiç süsleme yoktur. Belirli bir ritüelleri ve okudukları bir duaları da yoktur, ama törenler sırasında ilahiler söyler ve kutsal kitapları okurlar.

Son olarak, sanki gizli bir örgüte benzerliklerini tamamlamak için, Dürzilerin birbirlerini tanıyabilmek amacıyla benimsedikleri işaret ve şifreler olduğunu ve bunların karşılıklı olarak alınıp verilmemesi halinde gizemlerine dair tek sözcük etmedikleri bilinmektedir.
Günümüzde Dürzilik

Dürziler bugün Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün'de dağınık topluluklar biçiminde yasamaktadırlar. En yoğun olarak yasadıkları bölge Lübnan'ın dağlık yöreleridir. Dürziler, uzun yıllardan beri Lübnan dağının güneyi ile Anti-Lübnan dağlarının batısı arasında kalan; kuzeyde Beyrut'tan güneyde Sur'a ve Akdeniz kıyılarından Şam'a kadar uzanan bölgede oturmaktadırlar. Ayrıca az sayıda da olsa Avrupa, ABD ve hatta Avustralya'da da Dürzi toplulukları bulunmaktadır. Dünya üzerinde toplam sayılarının yaklaşık 350.000 kadar olduğu sanılmaktadır.

Müslümanlar, Dürzileri Müslüman olarak görmezler. Buna karşılık Dürziler kendilerini Müslüman olarak, hatta Müslümanların en doğru inançlısı biçiminde değerlendirirler. Kendilerini “Muvahhidin” (Tanrı'nın birliğine inananlar) olarak adlandırırlar.
Read More

Dehr İnancı

Derh İnancı

Aslolarak âlemin yaratılışından yok oluşuna kadar geçireceği zamana isim olmuştur. Ezherî'ye göre Araplar karında uzun zamana "Dehr" denildiğinden, dünyanın ömrüne de aynı isim verilmiştir.

Bazı kimseler de belalar ve musibetleri "Dehr'e isnat ederek "Dehr'den şikayet ve nefret etmişlerdir. Bu izaha göre "Dehr", büyük bir güç olarak bilinmektedir.
Cahiliye Devrinde Dehr İnancı
br />Cahiliye Araplarına göre insan, varlığını Allah'ın yaratmasına borçludur. İnsan yaratılınca, yaradanıyla bütün bağlarını keser. Yeryüzüne geldiği andan itibaren varlığını, hayatını çok daha kuvvetli bir başka gücün eline koyar. Onun yönetimine girer. Bu diktatör gücün yönetimi de insanoğlunun ölümüne kadar sürer. Ölüm de hayatı boyunca zulmü altında nlediği bu gücün son darbesidir. Bu gücün adı, "Dehr'dir.

Hayatın akışı, "Dehr'in kontrolünde kabul edilmiştir. Bu düşünce, Kurân-ı Kerîm'de inkarcı Arapların ağzından şöyle anlatırlır:

"Biz, yaşarız, ölürüz. Bizi Dehr'den başkası helak etmiyor."

Cahiliye Araplarının hayat görüşü, merkezinde "Dehr" adı ile bilinen karanlık ve esrârengiz bir düşünce taşır. Tabiat, yaratıcı; Dehr ise öldürücüdür. "et-Tab'ul-muhyî ved'd-derhru'l-müfni" cümlesiyle özetlenen bu düşünce, beşikten mezara kadar kişinin hayatına el atar ve pençesi altında tutar.

Kozmolojik alanda, rızık, ecel, saadet ve şekâvet gibi insan hayatını ilgilendiren birçok yönün "Dehr" ya da "Eyyam" diye adlandırılan kaçınılmaz bir kuvvet tarafından daha başlangıçta tayin edildiği düşüncesi, bu hayat görüşünün en belirgin vasfıydı.

"Dehr", ibadet edilecek bir ilah değil, dikkate alınması gereken kozmolojik bir kuvvetti.Watt, bu ifadeleriyle "Dehr'i kozmolojik bir kuvvet olarak tarif etmektedir.

Gerçekten de "Dehr" kozmolojik bir kuvvet midir, yoksa Cahiliye Araplarının muhayyilesinde ürettikleri bir tanrı mıdır? Kurân'ın yaklaşımı, bize "Dehr'i tanrı olarak kabul ettiklerini haber vermektedir.

İslam öncesi Arap şiiri, insan hayatının "Dehr" ile kontrolü ya da tayin ve tespiti ile ilgili atıflarla doludur. Bir kimsenin başına gelen, hep "Dehr" tarafından ortaya konur. Onun başarısı, daha çok bahtsızlığı, "Dehr'den gelir. "Dehr", hedefini hiç şaşırmayan oklar atar.Arap atasözleri arasında "Dehr'den daha şiddetli" cümlesi meşhurdur.

Türkçemizdeki "Felek" kavramının çağrıştırdığı mânâ da "Dehr'in mânâsıyla ortaktır. Ancak "Felek" inancı, yaratıcı mânâsında olmayıp genele kötülüklerin kendisine nispet edildiği bir kavram olarak görülmektedir.
Hadislerde Dehr İnancı

Kurân-ı Kerîm'de sadece iki yerde geçen "Dehr" kelimesi, "zaman" ya da "çok uzun zaman" manasında kullanılmıştır. Hz. Muhammed'in hadislerinde de aynı manada kullanıldığı gibi  "Allah" manasında da kullanılmıştır.

Kurân ayetleri ve hadisi şerifler ışığında konu incelendiği zaman, insan rızkının, ecelinin, saadet ve şekavetinin önceden tayin ve tespit edilmiş olduğu fikrinin İslamî anlayışta "kader" kavramıyla izah edildiği görülür.

Bu anlayış içinde birbirine yakın manada iki müterâdif kelime olarak ifade edebileceğimiz "Dehr" ve "Kader" kelimelerini, bütün bunların ifade ettiği manadaki, her şeyi yaratan Allah olarak da anlayabiliriz. Zaten bahsimizle ilgili bir kısım hadisler de bu manayı ifade etmişlerdir.

Hz. Muhammed,

"Vay şu dehr'in mahrumiyet ve hüsranına! diye sebbetmeyiniz; çünkü dehr, Allah'tır."

buyurmuştur. Başka bir hadiste;

"Resulullah, şöyle buyurdu: Allah, şöyle buyurdu: Ademoğulları, dehr'e hakaret ederler. Oysa ben, dehr'im. Gece ve gündüz, benim elimdedir."

Bu bir hadisi kutsî ve buna rağmen mevsukiyeti şüpheli ise de, bunun, adı birden fazla isnad zincirinde görülen ez-Zühri'nin zamanında yaygın olduğu görülmektedir. Sonraki alimler, Allah'ın Dehr'le bu tarzda aynîleştirilmesinden dolayı şaşırmışlar ve bundan kaçınmak için çeşitli yolları denemişlerdir. Bu yollardan biri de, "ene'd-dehrü" yerine "ene'd-dehriyyü" şeklinde okumak ve bu okuyuş şekline "Ben, ebediyim." manasını vermekti.

İbn Kuteybe, şu örneği ele almayı tercih etti: "Zeyd, Feth'dir." cümlesi, Zeyd kölesi Feth'e o işi yapmasını emrettiği için katl'den dolayı sorumludur anlamına gelmektedir. Bu şekilde Dehr, her zaman olduğu gibi Allah'ın bir vasıtası olmaktadır.

Bu hadislerde açıklandığı gibi Hz. Muhammed, Cahiliye Araplarının sahip oldukları "Dehr" inancını, onların anladığı manasıyla reddetmiş ve "Sakın sizden biriniz Dehr'e sövmesin. Allah, Dehr'dir." buyurmuştur. Bunun manası şöyledir:

Kainatta cereyan eden hadiseleri Dehr'in işi sanıp da Dehr'e sövmeyiniz. Bütün olayların yaratıcısı, Allah'tır. Binaenaleyh, ölüm gibi hoşa gitmeyen şeylerden dolayı onun halıkını Dehr sanıp da ona sövdüğünüzde, o sövmeniz, hoşlanmadığınız şeyleri yaratan Allah'a gider demektir.

Bu konuda Kurân ve sünnetin getirdiği esas, yukarıda da görüldüğü gibi, İslam kavramını nihai kontrolün hayr-i şahsi ve duygusuz "Dehr'e değil, bağışlayıcı Allah'a dayandığı şekliyle değiştirmiştir.
Read More

Yıldızların İnsanlara Etkileri

Yıldızların İnsanlara Etkileri


Ay

Vücut hatlarında daireye yakın büyük yuvarlaklar, soluk bir ten şişmanlığa yatkınlık, çıkık ve geniş bir alın, donuk bir bakış, kısa ve yuvarlak uçlu bir burun, yarı kapalı küçük bir ağız, çok az çıkıntılı bir çene, yuvarlak gözler, yassı bir sima, kameri,(ay) tiplilerin güzel mavi gözleri, yüksek, küçük ve dik göğüsleri olur. Kadın ve erkek kameriler (Ay tabiatlı) miyop olurlar. Oluruna bırakan zararsız, tevekkül eden bir yapıları vardır. Mücadeleden çekinirler, yalnızlığı severler. Kameriler akıl ve muhakemeden çok his ve düşünceye kabiliyetlidirler. Bazı kameriler soluk ten renginde olduğu gibi bazı kamerîlerde süt gibi beyaz olurlar. Süt gibi beyaz olanların gözleri de beyaz olur. Saçları lif renginde sarışındır.

Kameriler çok yumuşak kalplidirler. Vefakar olmakla beraber kolaylıkla kendilerini teslim ederler. Bu da karşı koyma güçlerinin azlığındandır. Aşkta şehvetleri cismani olmaktan ziyade dimağıdır (yani hayalleriyle kurarak zevk alırlar) soğuk tabiatlı olmakla birlikte muhabbetli olurlar. Kameri kadınlar zarar görmedikleri her şeye ve insana karşı muhabbet hissederler. Kameri kadınlar bazen erkekler üzerinde garip bir cazibeye sahiptirler. Sevmekten çok sevilirler. Evlilik hayatında kameri kadınlar itaatkar, tevekkül sahibi ve kanaatkar bir eş olurlar. Çocuklarına düşkünlükleri daima kocalarına olan bağlılıktan daha fazladır. İyi bir aile kadını olmaya müsaittirler. Az kıskançtırlar. Kameri erkekte iyi bir aile reisi olmaya kabiliyetlidir. Eşlerini pek seçmedikleri için çoğunlukla kötü bir evlilik yaparlar. Uysal oldukları için iyi bir eş ile mutlu olabilirler. Kamerîlerin bazılarının boyu uzun, dişleri gayet düzgün, güzel ve küçük olur. Bazılarının kısa ve dişleri iri olur. Çoğunlukla dişleri beyazdır. Eğer Ay Zuhal ve Utarit'in tesiriyle karışırsa sahibi tembel, ahmak, avare, hakir, korkak ve deli olur. Bunlar hakir kimselerdir. Kamerîlerin çoğunda görülen ahlak: Zaaf, acizlik, ihanet, acele ve tembelliktir.

Şemsi (Güneş
bademi yüz hattı doğrulardan oluşmuş bir çehre. Hafif ve kıvrımlı köşeler, kemik ve adalelerin keskinliklerini izale eden hafif ve yumuşak etler. Hafif limon rengine çalan bir beniz, yüz sakin, ağır başlı, alın yüksek ve kemerimsi, gözler tatlı ve aynı zamanda ciddi, göz bebekleri benekli, kirpikler uzun, burun zayıf ve kemerli, çene ince, ağız orta, dudaklar az kalınca ve renkli, çene yuvarlak ve ileri, boy orta, vücut kılsız, kendisine uygun bir endam, böğürleri içeri doğru, kemikli, erkeklerde az çıkmış güzel bir sakal, yüzde az çizgi, ölçülü adımlar, saç kıvırcık, ince rengi, biçimli ve eksilmeyen bir tebessüm. Uygun şekilde kasları vardır.
Ahlakları

Güneş yıldızının başlıca vasıfları: kuvvet şiddet, gazap, his ve rikkat, haya iffet, izzet ve zekadır. Bu yıldızın tesiri altında bulunanlar baş olmaya, emretmeğe meyillidir. Büyük aşklara müsait değildirler. Kendileri için yaşarlar.

Onun için iş hayatlarında, dostluklarında, ailede hayli bedbaht olurlar. Kıskançtırlar. Yüksek bir zeka sahibidirler. Her şeyi anlarlar, fakat hiçbir şeyde ihtisas sahibi olamazlar. Evlendiklerinde mutlu edemezler ve mutlu olamazlar. Derin mertebelere erişemezler. Kıskançlık ve şüphelerini sık sık açığa vururlar. Bu histen kurtulamazlar.
Mars

Merih demek: Şecaat, neşat hiddet kızgınlık, kuvvet, inat, ihtiras, sefahat, riyaset demektir. Çoğunlukla büyük askerler bu yıldız mensupları arasından çıkar. Merihlilerin yüzlerinde keskin hatlar, çekik yüz, adalelerin üzerinden zaviye ve köşelerini belli eder şekilde gergin etler, kırmızı yağız çehre, yüz bir kare içine resim edilebilir şekildedir. Çok zinde ve hareketli, genellikle baş küçük, yüksek ve geniş şakaklı alın, kolayca kapanan geniş kirpikler, açık ve cüretkar ve sert bakışlı gözler adalı yanaklar çıkık elmacık kemikleri, kanatları açık burun, alaycı bir ağız, dört köşe bir çene adalı ve kısa bir boyun, geniş omuzlar, ileri çıkık göğüs kuvvetli ve haşin ses, cesaretli yürüyüş, zindelik, irade, düşüncesiz hareketler, çabuk kızan bir mizaç, müsamahasızlık, hoyrat kaba bir mertlik, açık yüreklilik, iri vücut ve bünyesi kuvvetli olur. Saçları kola rengindedir. Dişleri kısa ve alelekser testere şeklindedir. Çok yemek yer, obur, ayyaş ve kavgacı olurlar. Harpte cesur, cefakar, çevik, zeki, atılgan, intikamcı, servete düşkün olurlar.
Ahlakları

Bu yaratılıştaki insanlarda iyilik de fenalık da ihtiras halindedir. Oyunları kavgaya benzer. Aşka düşkündürler. Aynı zamanda cesur ve şiddetlidirler. Büyük, devamlı ve sadakatli aşık olurlar. Gayet kıskançtırlar. Aşkta daima tahakküm etmeye meyilleri vardır. Kendilerini sevdirmeyi bilirler. Fakat ihanetleri hiç affetmezler. Bilhassa ihaneti gördükten sonra daha da haşin ve kaba olurlar. Merih'liler çoğunlukla aşk evliliği yaparlar. Koca ve karılarına ihtirasla bağlanırlar. Bilhassa ailelerine karşı çok düşkün ve kıskançtırlar. Aile hayatları gürültülü geçer.

Çocuklarına karşı da şiddetli sevgi duyarlar. Çoğu zaman çapkınlıktan da kurtulamazlar. İhtiraslı kumarbazlar bu yıldızın tesiri altında doğanlar arasından çıkar.

Madeni bakırdır.

Utarit (Merkür)

Bir beyzi içinde resmedilebilecek derecede armudi bir yüz, yumuşak ve düz etler, buğday ten, narin ve düzgün bir vücut, ince ve nazik adaleler çevik ve maharetli eller, daime yaşından daha genç görünen bir tip, manalı, nafiz, keskin koyu kestane rengi, canlı ve müteharrik gözler, uzunca, zayıf ve büküntülü düz ve ucu sivri bir burun, kanatları ince ve uçları yukarı ağız, ince düzgün ve güzel dudaklar, köşeli şen ve sevimli ses, yumuşaklık, nezaket, sabırsızlık, etrafındakilerle güzel muhabbet ve muaşeret, sevimli ve latifeci, girişimci, büyük zihin açıklığı ve işleyen kurnaz ve keskin zeka, Utaritlilerin boyları uzunca gözleri de çukurcadır. Şen ve bir fenalık düşünmüyorlarsa güler yüzlüdürler. Saçları çok koyu kestane renginde ve kıvırcıktır. Kendileri kibar yapılı, geniş omuzlu ve sağlam vücutludurlar. Bu yıldızın tesirinde doğanlar iyiye yakın oldukları zaman iyi, kötüye yakın oldukları zamında kötü olurlar. Edeplidirler. Anlama ve kavrayışları, nutuk ve açıklama kabiliyeti, temizlik, dikkat, zeka, hüner, hile ve hıyanet bunların özel vasıflarıdır. Utaritler suhuletle yalan söyleyebilirler ve yanlış bir adımdan maharetle kendilerini kurtarabilirle. Cahil olanları gevezedirler. İyi yalancı, hilekar, dır. Büyük hırsızlar bu yıldızın fena tesiri altında yetişenler arasından çıkar. Her türlü iyiliğe kabiliyetli oldukları kadar her türlü kötülüğe de müsait ve kabiliyetli olurlar. Sözleri düzgün olduğu kadar ani benzetmeler ve örnekler getirmeye güçleri yeter.

İstiklali severler. Her türlü ilim ve fenni tahsile güçleri yeter. Çok açık zihinli olurlar sırları keşfetmeye müsaittirler. El işlerinde ehildirler. İstediklerini yapabilirler. Kendilerini sıfırdan en yüksek noktaya kadar yetiştirebilirler. Sanatkar olmaktan çok fen adamıdırlar. Ticarete büyük kabiliyetleri vardır. Kendileri zeki becerikli çeviki şen maharetli, işgüzar oldukları gibi fenne olan yakınlıklarından dolayı  makinist mühendis vs. Teknik adam olabilirler. Bu yıldız mensupları kendilerini herkese sevdirmesini bilirler ve sevdirirler.
Zühre (Venüs)

Zühre yıldızının tabiatı topraktır. Dost yıldızı Ay, düşman yıldızı Zühal'dir. Madeni demirdir.

Bu yıldız altında doğanlarda hatlar yay gibi kavislidir. Vücut balık eti, ten rengi pembemsi beyaz, yüz yuvarlakça bir beyzi içine resmedilebilir. Güzel bir alın, kısa kirpikler, berrak gözler, kısa kaşlar, tatlı ve şehvetli bakışlar, kışkırtıcı gözler, düz ve zarif yürüyüş, latif bir ağız, yüzün kemikleri hiç görünmez, geniş ve çekici kalçalar, dans eder gibi neşe’li şehvetengiz hareketler, daima kaynayan bir vücut. Zühre yıldızının mensupları müşteri yıldızının mensuplarının eşkaline çok fazla benzerlerse de bunlar tatlı esmer olurlar.saçları tatlı siyah, parlak hafif dalgalı, ne uzun nede kısadır. Eğer Zühre şiddetle tesir etmiş ise saçlar kıvırcık ve muntazam, yanaklar da gamzeli olur. Kaşlar keman gibidir. Dudaklar etli ve kırmızıdır. Ağız küçüktür. Dişler beyaz, muntazam ve pek güzeldir. Diş etleri kırmızıdır. Kollar yuvarlak boğaz basık, karın mütenasip, kalçalar biraz kabarıkça, eller ve ayaklar ufaktır.
Zühre mensuplarının kendine has vasıfları

Yumuşaklık, sevdaperverlik, rahat, eğlence ve zevke düşkünlük, güzel bir suret, sevimli bir yüze sahip olmak ve iyi kalpliliktir. Büyük musiki ustaları çoğunlukla Zühre yıldızı arasından çıkarlar. Hüzzam faslı Zühre yıldızından doğar.
Huyları

Bu yıldıza mensup olanlar, haluk, sevimli ve herkese faydalı sözler söyleyen servet ve paraya aşık, kadınlara karşı aşırı zayıf, güler yüzlü, tatlı sözlü, mesut, çalışmaya hevesli, muhabbete sabredemeyen, dans, ziyafet ve müziği seven insanlardır. Bazılarının tabiatında biraz yalancılık ve mürailik varsa da çok mükemmel sanatkar ve iyi bir müzikseverdir. Bu yıldıza mensup olanlar ilk bakışta şahsi cazibeleri ve sevimlilikleri ile göze çarparlar. Ahbap canlısı, sevimli, tatlı, hassas, muhabbetkâr, şeker gibi insanlardır. Genellikle müsrif olurlar. Asla haset değildirler. Her şeyi pembe görürler. Lüksü severler. Parlağı sağlama tercih ederler. Bu yıldıza mensup olanlar nadiren dehaya yükselebilirler. Zühre mensupları aşkta çok makbul kimselerdir. Ekseriya güzel olup sürekli ve derin aşkla sevilirler. Büyüleyici bir cazibeleri vardır. Kendi aşklarında bazen sabit değildirler. Şehvetleri galiptir. Onları sevmek bazen tehlikeli ve felakettir. Evliliklerinde kendileri severek değil sevilerek evlenirler. Karşılıklı muhabbet olduğu taktirde mutlu olurlar. Aksi taktirde bedbaht olurlar ve bedbaht ederler. Her şeyden çok kendilerini düşünürler.

Bu yıldıza mensup bir kadını seven, ondan çok zor ayrılır ve onu daima hasretle, iştiyakla sevgi ile hatırlar.

Zuhal (Satürn)


Çıkıntılı, kırık kırık, keskin zaviyeli köşeli hatlar, yüz dört köşe, alnı keskin ve köşeli, ciddi, kuvvetli, dışarı doğru kemerli ve ucu dışarı doğru burun dar ve sıkı ağız, kemikli elmacıklar, yüksek ve geniş omuz, kubbeli sırt, doğru kalçalar, zayıf fakat iri kemikli vücut, büyük kol ve el, bacak ve ayaklar esmer, kuru bir ten, uzun boy, ağır yürüyüş, başları daima öne eğik, renkleri solgun, yüzleri hüzünlüdür. Ciltleri esmer ve yağlıdır. Kemikler ağır, ses boğuk, başları uzunca, gözleri fersiz, biraz da dumanlı, dişleri siyah ve gayri muntazam, kirpikleri hemen daima birbirine karışık ve çok kere çalı gibidir. Sakal siyah ve seyrek, saçları siyah, donuk ve kalındır. Zühalliler dünyaya ihtiyar ve yorgun gelirler. Nadiren gülerler.

İleri görüşlü ve akıllıdırlar. Açık bir zekaya sahiptirler. Akıllıca nasihat verirler. Teşebbüslerinde o kadar çok cüretkar değildirler. Ağır, ciddi, soğuk turlar. Muhakemesi ağır fakat kuvvetlidir. Az söz söyler, kuvvetli hafızaları vardır. Gizli ilimlere meraklıdırlar. İş ve zahmete sabır ile mukavemet ederler. Gururludurlar. Fikirlerini hislerini gizlerler. Sebatkar, becerikli, karar sahibidirler. Sabırlı ve sessiz olup yalnızlığı severler. Zengin olmayı isterler ziraate hevesleri vardır.
Huyları

Zühalliler nizamı severler, biraz alaycı ve kindar olurlar. Müfrit heyecanlar duymazlar. Mütalayı severler. Uzağı gören, cesur ve çalışkan kimselerdir. Toprağı severler ev inşaatını ağaç dikmeyi resim yapmayı, yeraltında çalışmayı severler. Işıktan kaçarlar. Bütün düşünürler çoğunlukla bu yıldızın mensubudur. Aşkta az fakat iyi severler, aşkları devamlı olur. Kuru flörtte becerikli değildirler. Kıskançlıklarını asla açığa vurmazlar. Kin ve intikamları şiddetli olur. Aşklarına çoğunlukla hissiyat ve muhakeme hakim olur. Kendilerini hiçbir şeye çok fazla kaptırmazlar. Şehvet düşkünüdürler. Evlilikte nadiren mutlu olurlar. Kapalı oldukları için sevdikleri tarafından anlaşılmazlar. Soğuk durdukları ve coşkularını hiç göstermedikleri için şiddetli ve derin bir aşkla sevilmezler.
Müşteri (Jüpiter)

Bu yıldızın tesiri altında doğan kimselerin dokuları etli. Görünüşleri sıhhatli, kanlı, canlı olurlar.

Yüzü yuvarlak, gövdesi geniş, göğüsleri iri, kafatası mütenasip, alnında iki çıkık şakak kemiği vardır. Gülümseyen gözler, orta uzunlukta etli burun, kapalı büyükçe bir ağız, koyu kırmızı dudaklar, çukurlu, yuvarlak çene, vaktinden evvel saçsız baş, ablak bir yüz, ağır ve sevimli bir ses, vakurane duran bir baş, cüsseli ve kuvvetli, omuzlar geniş, saçlar açık kestane renginde, sakal kumral ve dalgalı olur. Dişleri güzeldir. Öndeki iki dişi enli olur. Gözleri güleç ve nemnaktır. Renk pembe ve beyazdır.
Ahlakları

Zevkperesttirler. Obur olurlar. Endişe ve kederin ne olduğunu bilmezler. Pek genç yaşlarında şişmanlamaya başlarlar. Güler yüzlü ve şen tabiatlıdırlar. Çok konuşurlar. Sevimlidirler, kadınlara taparlar. Kahkaha ile gülerler. Alaycıdırlar. Harisi ikbaldir, sulhçu, dinç, taassub-u diniyyeye maliktir; intizamperver, çalışkandır. Kendisini herkese sevdirmesini bilir. Sözü dinlenir ve tutulur. Amirliği sever. Munistir, iyilik yapmaktan hoşlanır, insaniyetperver, kerim tabiatlı, saffeti kalp -sahibi, zeki, hür düşünür, hürriyeti sever, tedbirli bir insandır. Müşteri yıldızına mensup olanlar her şeyi iyi gören kimselerdir. Ahbap canlısıdırlar. Ahlaka ehemmiyet vermekle beraber şehvetlerinin kurbanıdırlar. Bununla beraber şehvetleri mutedildir, samimi olurlar. Kanunlara, kaidelere, usullere, prensiplere riayet ederler. Dostlarına karşı vefakar olurlar. Aile canlısıdırlar. Bazen atak olurlar. İcabında yalan da söyleyebilirler. Yemeği, içtimaları, şan ve şerefi severler. Aşkta erkek Müşteri tipler kadınlara karşı cemilekârlıkta bulunmayı, onlarla düşüp kalkmayı severler. Kadın Müşteriler de kuru flört düşkünüdürler. Kendilerini daima aşk içinde tasavvur ederler ve böyle olmaktan pek ziyade hoşlanırlar. Mamafih şiddetli aşklar ve ihtiraslar ika edemezler. Aşk ve muhabbetleri daima usul ve kaideler riayet ettiklerinden tehlikesizdir.

Aşklarında devamlı ve vefakârdırlar. Fakat her şeyi daima olduğundan fazla görür ve gösterirler. Zarafet ve kibarlığa büyük ehemmiyet verirler, izdivaç hayatlarında iyi bir zevç ya da zevce olurlar. Daima aldanmaya ve aldatmaya muhtaçtırlar. Muhabbetleri derin değil, fakat süreklidir. Kolayca memnun ve kolayca mahzun olurlar. Fakat ekseriya mesut bir yuva kurarlar. Kendileri kıskanç olmakla beraber kıskançlıkları asla tehlikeli değildir.
Read More

Burçların Korkuları


Burçların Korkuları

Akrep: Kin, tutku ve gücün simgesi Akrep burcu insanı, en çok gücünü ve iktidarını kaybetmekten korkuyor.

Aslan: Yaratıcılığı ve etkileyiciliği ile bilinen Aslan burcu, oldukça sahiplenici ve kıskanç karaktere sahip. Bu burcun en büyük korkusu ise, çevresinde hiç kimsenin kalmaması.

Balık: Hayalci ve duyarlı olan Balık burcu, oldukça duygusal. Burcun en büyük korkusu, duygularını ifade edememek.

Başak: Çevresinde olup biten her şeyi eleştiren, yargılayan ve her şeyden düzen bekleyen Başak burcunun korkuları arasında hasta olmak, ilk sırada yer alıyor.

Boğa: Amaca bağlılığından ve sadâkatinden ödün vermeyen Boğa burcu insanı, dış sebeplerden dolayı huzurunu kaybetmekten korkuyor.

İkizler: İkizler burcu deyince akla ilk gelen, pratik zeka ve konuşkanlık. Girdiği her ortamda kolayca varlığını hissettiren İkizler'in en büyük korkuları arasında, konuşma yeteneğini ve ellerini kaybetmek yer alıyor.

Koç: Etkinliği, atılganlığı, kendine aşırı güven ve aceleciliği ile bilinen Koç burcunun en büyük korkusu kendine bir hedef bulamamak ve etrafında fikirlerini paylaşacak insanların olmaması.

Kova: Son derece insancıl olan Kova burcu her ne kadar bağımsız gibi görünse de yalnız kalmaktan oldukça fazla korkuyor.

Oğlak: Hesapçılığı ve başkalarının düşüncelerine önem vermesiyle bilinen Oğlak burcunun korkuları arasında “Başkaları ne der!” korkusu ilk sırada.

Terazi: Uyumluk ve dengeli sevgi deyince ilk akla gelen Terazi burcunun en büyük korkusu, yanlış partner seçimi ve özel hayatında mutsuzluk.

Yay: Özgürlüğün savunucuklarından olan araştırmacı Yay burcunun en büyük korkusu, aradığını bulamamak.

Yengeç: Çevresine ve sevdiklerine karşı son derece koruyucu, duygusal ve evcil olan Yengeç burcu her ne kadar tuttuğunu koparan bir burç olsa da en büyük korkusu, belâya
bulaşmak. 
Read More