21 Ağustos 2022 Pazar

Sihrin Sekiz Çeşidi


Büyünün Sekiz Çeşidi


Sihir - büyü çeşitlerini belirlemek kolay değildir. Bununla beraber Fahreddin Râzî tefsirinde sihrin sekiz çeşidini saymıştır. Bazı açıklamalar ile oradaki bilgilerin özeti şöyledir:

1. "Gildânî Sihri" ki, semavî kuvvetlerle yeryüzüne ait güçlerin karışımı yoluyla meydana getirildiği söylenen ve tılsım adı verilen şeylerdir. Gildânîler eski bir kavim olup, yıldızlara taparlar ve bu yıldızların kâinattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır ile şerrin, mutluluk ile bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı. Bunların tılsım adı verilen bazı acayip şeyler yaptıkları söylenmektedir. İbrahim Peygamber, bunların bu batıl inançlarını düzeltmek için gönderilmişti ki, bunlar başlıca üç fırka idiler
Bir kısmı kâinatın ve yıldızların kadîm (öncesiz) olduğuna ve kendiliğinden var olmuş bulunduğuna kanî idiler ki, bunlar bilhassa "sâbie" adıyla tanınmış idiler. Zamanımızın deyimiyle kâinatın ezelî olduğuna inanan bir çeşit materyalistler demektir. Anlaşıldığına göre gök ve tabiat bilimlerinde bir hayli ileri gitmişler ve bazı sanayi gariplikleri meydana getirebilmişlerdi. Diğer bir kısmı, feleklerin ulûhiyetine kâil olmuşlar ve her bir felek için bir heykel yapmışlar ve bunlara tapmışlardı. 
3. bir kısmı da feleklerin ve yıldızların üstünde ve ötesinde her şeyi yaratan fail-i muhtar (istediğini yapabilen) bir yüce yaratıcının varlığını kabul ederler, fakat o yüce yaratıcının, o yıldızlara bu âlemde etkileyici bir kuvvet bahşetmiş ve kâinatın yönetimi için onları görevlendirmiş bulunduğuna inanırlardı. Bu inanç şekli de çoğunlukla tabîiyyûn mezhebine (rabîiyyeciler = naturalizme) benzemektedir. Bize kalırsa, bu sihirde tabîiyyat ile ruhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş bazı garip özellikleri birleştirilerek uygulanmış olduğu anlaşılmaktadır.

2. Evham sahiplerinin ve kuvvetli kişilerin sihirleridir. Bunlar öyle sanırlar ki, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü arttırır. İdraki, gizli kapalı şeyleri algılayacak derecede gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları etkileyecek derecede güçlenir. O zaman istediği birçok şeyleri yapar, eşyada, canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf eder. Hatta o dereceye varır ki, bir irade ile bünye ve şekilleri değiştirebilir: İsterse öldürür ve yeniden diriltir, varı yok, yoku var edebilir. Gerçekten de beden terbiyesi gibi ruh terbiyesinin de birçok faydası olduğu inkâr edilemez. Fakat ruhun bu derece güç kazanması, bir ilâhî ihsan olmadan, yalnızca çalışmayla elde edile bilir bir şey olduğunu farz etmek evhamdan öte bir şey değildir. Birtakım kimseler, riyazat, havas, rukye, muska, uzlet ve benzeri bazı yollara başvurarak, ruh ilminin bazı garip olayları ile uğraşırlar ki, manyetizma, hipnotizma, fakirizm ve diğerleri bu cümleden şeylerdir. Sihrin en aldatıcı ve en tehlikelisi de budur.
3. Ervah-ı ardıye (cinler)den yardım görme yoluyla yapılan sihirdir ki, azâim ve cincilik dedikleri şey budur. Mutezile ve son devir filozoflarından bazıları cinleri inkâr etmişlerse de bunlar kısa görüşlü ve inkârda aceleci kimselerdir. Sanki kâinatta ruhanî ve cismanî hiçbir gizli kuvvet kalmamış da hepsi keşfedilmiş ve sınırları belirlenmiş gibi "cinlerin aslı yoktur" diye inkârı bastırmak, ilmî bir davranış olamaz. Bu inkârcıların bir kısmına "dünyada daha bilmediğimiz gizli kapaklı nice tabiat kuvveti vardır" deseniz, bunlar "evet" demekte tereddüt etmezler de aynı mânâda olmak üzere "cin vardır" deseniz, hemen inkâr ederler. Bunun için filozofların büyükleri cinleri inkâr etmemiş ve "ervah-ı ardıye" adıyla anmışlardır. Fakat bunlarla belli sebepler altında insanların ilişki ve bağlantı sağlayıp sağlayamayacakları ilmî bir şekilde tetkik edilip ortaya konmadan buna henüz hüküm verilemez. Fakat bundan dolayı bu yolla yapılan ve yapılacak sihirlerin varlığını inkâr değil, kabul etmek gerekir. Hatta bu günün ispirtizmacılarını bu cinlerden sayabiliriz. İşte sihrin en meşhurları buraya kadar saydığımız bu üç kısımdır.

4. Tahayyülât, yani gözü yanıltmak ve el çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara sihirden çok hokkabazlık ve şa'beze adı verilir. Bunun esası duyuları aldatmadır. Bu tıpkı vapurda ve trende giderken sahili hareket ediyor gibi görmeye benzer. Buna Arapça "ahız bil'uyûn", bizim dilimizde de "göz bağcılık" denilir. Bununla beraber göz bağcılığın daha gizli birtakım ruhî etkiler ile de ilişkisi olabilir.

5. Hiyel-i sanâyi ile yapılan, aletlerden istifade ederek acaip şeyler göstermek sûretiyle ortaya konan sihirdir ki, Firavun'un sihirbazları böyle yapmışlardı. Rivayet olunduğuna göre, bunların ipleri, değnekleri civa ile doldurulmuş, altlarından ısı verilince ya da güneşin etkisiyle ısınmaya başlayınca ısınan ipler ve değnekler hemen harekete geçip kaymaya ve yürümeye başlarmış.

Zamanımızda fen ve tekniğin gelişmesi, gerek mekanik, gerek elektronik açıdan bunlara birçok misaller vermeye elverişlidir.

Sinemalar bunun çok canlı bir misalidir. Bunların halk üzerindeki hayalî olan etkileri bir sihir tesirinden daha az değildir. Hele işin aslını bilmeyenler için.

6. Ecsam (cisimler) ve edviyenin, yani birtakım kimyasal maddelerin ve ilaçların kimyevî özelliklerinden yararlanarak yapılan sihirlerdir.

7. Ta'lik-i kalp (kalbi çelme) suretiyle yapılan sihirdir. Sihirbaz şarlatanlık yaparak, türlü türlü övünme ile kendini satarak, muhatabını kendine çeker, bir ümit ya da korku altında onun kalbini çeler, kendine bağımlı kılar, duygu ve düşüncelerine etki ederek, telkin altına alır ve yapacağını yapar. "İsm-i azam duasını bilirim" der, "cin çağırırım" der, "kimya bilirim, simya bilirim" der, icabında hünerden, sanattan, paradan, kudretten, nüfuzdan, kerametten, ticaretten ve menfaatten bahseder, karşısındakini dolandırır. Telkin yoluyla kalpleri çelmenin işleri yürütmede, sırları gizlemede çok büyük tesiri vardır. En adisinden en maharetlisine kadar çeşitli dolandırıcılıklar hep buna bağlıdır. Sihrin öteki türlerinin etkili olması da aşağı yukarı sihirbazın bu konudaki becerisine bağlıdır denilebilir.

8. Nemmamlık (koğuculuk), gammazlık (fitnecilik) gibi el altından yürütülen gizli fitne ve tezvirat; akla, hayale gelmez bozgunculuk, vasıtalı ya da doğrudan tahrikler ve aldatmalar ile yapılan sihirdir ki, halk arasında en bol ve en yaygın kısmı da
budur.

Buraya kadar saydığımız sekiz kısım sihir, dönüp dolaşır iki esasta toplanır: Birincisi sırf yalan, dolan ve sadece saçmalama ve iğfal olan söz ya da fiil ile etki yapan sihir, diğeri de az çok bir gerçeğin sû-i istimal edilmesiyle ortaya konan sihirdir.
Read More

Büyücü ve Şeytan İlişkisi

Büyücü ve Şeytan İlişkisi


Büyücüler eşlerin arasını bozmak, ehli kuvvetlerini sarsmak, güçten düşmelerini sağlamak ya da dalgın hale getirmek, erkekle kadını bağlamak ya da ayırmak, yangınlar çıkarmak, ticareti bozmak, ürünlere zarar vermek, hayvanları telef etmek, alışverişlerin zararla sonuçlanmasını sağlamak gibi yıkıcı ve fesat çıkarıcı islerle uğraşırlar. Şeytan’ın hizmetinde çalışan erkek ve kadın büyücüler, hizmet sürelerine ve liyakatlerine göre iblis devletinde belli bir makam ve dereceye sahip olurlar. Kendilerinden bile olsa hiç kimseye inanıp güvenmezler.

Büyücü, amacına ulaşabilmek için şirk içeren birtakım ayinlerde bulunarak cinden yapılmasını arzu ettiği şeyi talep eder. Bu, herhangi bir insana eziyet edilmesi olabilir. Cini, bu amaçla o kimseye giderek onun bedenine nüfuz eder ve acı vermeye ve büyücünün onunla ile ilgili isteklerini gerçekleştirmeye başlar. Bu nedenledir ki, Allah’ın izniyle bu cini bedenden kovulduğu takdirde büyü de O'nun izniyle geçersiz olacaktır.

Büyücü, harcadığı onca çabaya, şeytani talimatları yerine getirme konusunda gösterdiği özveri ve fedakarlığa, şeytanı memnun etmek için işlediği suç, cinayet ve günahlara canını, malını ve sahip olduğu her şeyi karşılık beklemeden şeytana satmasına rağmen tüm bu çaba ve özverisinin karşılığı kesinlikle bununla orantılı olmaz. Çünkü büyücünün yaptığı büyüler, kesinlikle süreli olmaz. Bu süre içinde bozulup etkisini yitirir.

Bazı büyücüler; uyuşturucu, aklı baştan giderici ve sarhoş edici maddeler kullanarak büyü yaparlar. Örneğin eşek beyni bu maddelerden biri olup ondan yiyen kimsenin aklında uyuşma ve zekasında gerileme olur. Büyücü ve Şeytan İlişkisi

Büyücü, amacına ulaşabilmek için şirk içeren birtakım ayinlerde bulunarak cinden yapılmasını arzu ettiği şeyi talep eder. Bu, herhangi bir insana eziyet edilmesi olabilir. Cini, bu amaçla o kimseye giderek onun bedenine nüfuz eder ve acı vermeye ve büyücünün onunla ile ilgili isteklerini gerçekleştirmeye başlar. Bu nedenledir ki, Allah’ın izniyle bu cini bedenden kovulduğu takdirde büyü de O'nun izniyle geçersiz olacaktır.

ŞEYTANIN TUZAĞI NEDİR?

Yaptığı büyünün uzun süreli olmasını isteyen büyücü, onu tekrar etmelidir. Aslında bu da şeytanın bir tuzağıdır. Şeytan, bu tuzak sayesinde büyücünün sürekli kendi peşinden koşmasını ve yardım dilenmesini sağlar. Nitekim büyücünün başarıya ulaşabilmesi için ömür boyu şeytanın yardım ve desteğine ihtiyacı vardır. Karşılığında hiçbir şey istemeksizin ona gönüllü olarak köle olmayı kabul etmiştir.

Şeytan, sözlerini tutmaya yetkin bir varlık değildir. Çünkü o; aldatıcı, iki yüzlü, yalancı ve sahtekardır. Kurnazlık, ihanet ve kötü niyetlerin somutlaştığı bir varlıktır. Hiçbir zaman bununla yetinmez. Büyücüyle sözleşme yaparak canını ve malını yaşarken ve ölümünden sonra şeytana verdiğini ikrar ettirir. Ölümünden sonra sahip olduğu varlık, şeytanın kontrolüne geçer. Eğer büyücünün eşi ve çocukları varsa onların başına inanılmaz olaylar ve hastalıklar gelir ve miras kalan mal varlığı, tamamen tükenip gider. Eğer bekar ise şeytan onun malını içki ve kumarla tüketecek birini bulur ve mirasın yok olup gitmesini sağlar. Tarihte yaptığı büyülerle servet sahibi olmuş hiçbir büyücü görülmemiştir. Aksine yoksul, hasta ve kederler içinde ölmüşlerdir.
ŞEYTANA KUL OLUNUR MU?
Şeytanın büyücü kuluna aşıladığı en önemli sıfat, kuşkudur. Her şeyden kuşkulanır. Hiç kimseye güvenmez, inanmaz. Şeytan, büyücünün kalbine kuşku hissini öyle bir ekmiştir ki, çalışırken sürekli şeytanı anmak, ona tevessülde bulunmak ve ona yönelmek ihtiyacını duyar. Bu da şeytanla olan bağını perçinler. Büyücü, geçen yıllar içinde sabah-akşam şeytanı zikreden, onu kalbinden, beyninden ve fikrinden çıkarmayan aşağılık bir köleye dönüşür. Şeytana kul-köle olur.
Oysa Allah, sadece kendisine yönelmemizi ve kul olmamızı emrediyor:
Şura 13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh, kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb.

Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ulaştırır).

Yasin 60: Elem a'had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta'buduş şeytân, innehu lekum aduvvun mubîn.

“Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.”

Yasin 61: Ve eni'budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm (mustekîmun).

“Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.”

Allah bütün Sahabe'nin bunu yaptığını söyluyor. İşte;

Zümer 17 - Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd (ıbâdi).

“Onlar ki: Taguta (insan ve cin şeytana) kul olmaktan kaçındılar. Çünkü Allah'a yöneldiler.(Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!”

Bütün sahabe Allah'a ulaşmayı dileyerek O'na yönelmişler ve şeytana kul olmaktan kaçınmışlar. Rabbimiz de onları kulluğa kabul ederek hem dünya hem de cennet müjdesiyle mükafatlandırmış onları.
Read More

Büyü Nasıl Teşhis Edilir?

Büyü Nasıl Teşhis Edilir?

Ancak alametlerinden anlaşılır ve ona göre tedavi edilir. Hasta sebepsiz yere baş ağrısı çeker, sebepsiz yere ağlar, sihir çözen ayetler okununca ağlar; bazen de görünür hiçbir alamet olmaz.

Uykuda Gözüken RahatsızlıklarUzun zaman sağa sola dönme, uyuyama. Ancak iyice dinlendikten sonra uyuyabilme
Sebepsiz yere üzüntü, gece boyunca devamlı sıkıntı
Bazı insanları görünce onlardan sıkılma, korkma, bir yerde bekleme ve yardım görememe
Çok korkunç rüyalar görme
Dişlerini sıkma
Uykuda çok ağlama, gülme ya da çığlık atma
Yüksek bir yerden düşüyor gibi olma
Garip insanlar görme
Uyanık Halde Görülen Rahatsızlıklar Sebepsiz yere baş ağrısı
İbadet etmede zorlanma

Beyin yorgunluğu
*Kasılma ve sinirlenme

Tembellik
Doktorların sebep bulamadığı ağrı ve sancı
Read More

Büyü Çözmek

Büyü Bozmak

Allah, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak gerekir. Her şeyin yaratılmasında ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, 70 kere (Estağfirullah min külli mâ kerihallah) duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Ruhi sıkıntıların çoğu, cin ve büyü ile meydana gelir. Ruhi hastalıklar, sara ve cinden korunmak için, kıymetli kitaplarda bildirilen dualardan bazıları şunlardır:

1- Euzü Besmele ile Fatiha suresini okumalı.

2- Euzü Besmele ile iki Kul-euzü okumalı.

3- Bir miktar suya Ayetel Kürsi, İhlas ve Muavvizeteyn [Nas ve Felak] surelerini okumalı. Büyü yapılan kimse bundan 3 yudum içmeli, kalan su ile gusletmeli.

4- Sedir ağacının 7 tane yeşil yaprağı ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el kürsi, İhlas ve Kul-euzüler okunur. 3 yudum içip geri kalanla gusledilir.

5- 3 kere Salavat ve Fatiha, Ayetel Kürsi, Kâfirun, İhlas, Felak ve Nas sureleri 7'şer defa okunup hastaya üflenir. Bunlar tekrar okunup hastanın yatağına, evin her yerine, bahçeye üflenir.

6- Fatiha, Âyet-el-kürsi ve 4 Kul [Kâfiru, İhlas, Felak ve Nas sureleri] 7'şer kere okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar, hayvan sokması ve bütün dertler için iyi gelir. Tuza okunup, suda eritip içirmek ve ısırılan yere sürmek de olur.

7- Sabah akşam, Bakara suresinin başından 4 âyet ve Ayetel Kürsi ile, Âyet-el kürsiden sonraki iki âyeti ve Bekara suresinin sonundaki 3 âyet, delinin üzerine okunursa, iyi olur.

8- Sabah akşam 24 kere Estağfirullah denir, sonra (Estağfirullah elazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) denir. Sonra 11 İhlâs ve 7 kere Fatiha ve 33 kere, Allahümme salli ve sellim ala seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed okuyup, sevabı Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın ve Evliyanın ve sonra isimleri okunarak Silsile-i aliyye büyüklerinin ruhlarına hediye edilir. Bunların hürmetine şifa vermesi için dua edilir. Her gün sabah-akşam böyle dua edilir.

9- Günde 500 kere (La havle vela kuvvete illa billah-il-aliyyilazim) okumalı! Başlarken ve bitirince 100 kere Salavat getirmeli.

10- Ha-Mim Mümin suresinin başından masir’e kadar ve Ayetel Kürsi okumalı.

11- La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehülmülkü velehülhamdü vehüve alâ külli şeyin kadir okumalı.

12- Cuma günü seher vakti, sağ elinin içine Nisa suresi 99. Âyeti, vemen yahruc’dan rahimâ’ya kadar yazılır, sonra dili ile yalanıp yutulur. 40 yıllık büyü de olsa çözülür.
br />13. Sar’adan kurtulmak ve cinden korunmak için Âyât-i hırz okunmalıdır! Âyât-i hırz, şu sure ve âyetlerdir:

Fatiha,
Bekara 1, 2, 3, 4, 5 ve 163, 164 ve 255, 256, 257 ve 285, 286,

Âl-i İmran 18, 19. âyetten sadece: “İnneddine indellâh-il-islam” kısmı,
Âl-i İmran 26, 27 ve 154,

En’âm 17,
A’râf 54, 55, 56,

Tevbe 51 ve 128, 129,
Yunüs 107,

Hud 56,
İbrâhim 12,

İsrâ 43 ve 110, 111,
Mü’minun 116, 117, 118,

Ankebut 60,
Rum 17, 18,

Fatır 2,
Yasin 83,

Saffat 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 ve 180, 181, 182,
Feth 27, 28, 29,

Rahmân 33, 34, 35, 36,
Hadid 1, 2, 3, 4, 5,

Haşr 21, 22, 23, 24,
Cin 1, 2, 3, 4, 5, 6,

Buruc 20, 21, 22,
İhlâ, Felâk ve Nâs sureleri.
Âyât-i hırz nasıl okunur?

Abdest alınıp, 7 istiğfar ve 11 Salavat okunup, hastanın sıhhatine niyet ederek, güneş doğduktan ve ikindi namazından sonra, günde 2 defa hasta üzerine okunmalı, işaretli yerlerde, hasta üzerine üfürülmeli, şifa buluncaya kadar [40 gün kadar] devam etmeli. Her defası sonunda, bir Fatiha okuyarak sevabı, Peygamber efendimizin ve Behaeddin Buhari, Ahmed Rıfai ve imam-ı Rabbaninin ruhuna hediye edilmeli. Bir nüsha da yazıp, yanında taşırsa, sihirden, büyüden, nazar değmesinden korur. Muradı hasıl olur.

Peygamber efendimizin üç türlü ilaç kullandığı bildirilmiştir. Kurân-ı kerim ya da dualar okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı.
Read More

Babil Tanrıları

Babil Mitolojisinde Tanrılar


Anşar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, Kişar'ın ağabeyi ve kocası.

Anu [An] (Babil): Anşar ve Kişar'ın oğlu.

Apsu (Babil): Tiamat'ın kocası, Anşar ve Kişar'ın babası, tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi., Damnika (Babil): Ea'nın karısı ve Marduk'un annesi.

Ea (Babil): Anu'nun oğlu, Damnika'nın kocası, Marduk'un babası ve Apsu'dan sonra tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.

Enlil (Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki havanın tanrısı.

İster / İştar (Babil): Nintu gibi, erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır.

Kişar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun kızı, Anşar'ın kız kardeşi ve karısı.

Kingu (Babil): Marduk'a karşı Tiamat'ın güçlerini yönetir.

Marduk (Babil): Ea ve Damnika'nın oğlu, en akıllı ve yetenekli tanrı, tüm tanrıların efendisi oldu.

Mummu (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, sislerin tanrısı.

Nintu [Ki] (Babil): Erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. Burada Anu'nun karısı ve Enlil'in akrabaları yoktur.

Sin (Babil ve Sümer): Ay tanrısı, Şamaş'ın babası.

Şamaş (Babil ve Sümer): Sin'in oğlu, Güneş tanrısı. Zayıfları, haksızlık yapılanları ve gezginleri korur

Tiamat (Babil): Ulu Tanrıça ya da Ana Tanrıça, Toprak Ana, tüm yaşamı besleyen, Apsu'nun karısı, Anşar ve Kişar'ın annesi, tuzlu suların efendisi.
Read More

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Astral Seyahat Sırasında Yaşananlar

Astral Seyahat Sırasında Yaşananlar

Bedenin değişik yerlerinde seğirmeler, kulakta çınlamalar ve tam ayrışma anında ise, çatırdama ya da buna benzer birtakım sesler duyulabilir. 

Astral seyahat yaparak bedeninden geçici bir süre ayrılanlar, başlarından geçen bu tecrübelerini genellikle birbirlerine çok benzer ifadelerle anlatmaktadırlar. İşte onlardan birkaç örnek:

"Beden dışındaki ilk tecrübemi gayet iyi hatırlıyorum. O zamanlar 7 yaşındaydım ve böyle birşeyden haberim yoktu. Bir yaz günü, sabahın erken saatlerinde çok susamış olarak uyandım. Yataktan dışarıya çıkarak içme suyunun bulunduğu yere gittim. Ancak sürahi boştu. Bunun üzerine pencereye doğru yürüyerek perdenin aralığından güneşin ilk ışıkları ile aydınlanan bahçeye baktım. Sonra geri dönerek yatağa geldim. Yatağın dolu olduğunu gördüğüm zaman şok geçirdim. Yatağımda uyumakta olan birisi vardı ve bu insanın kendim olduğunu gördüğüm zaman, korku ve şaşkınlığım daha da arttı. Bu şaşkınlık sebebiyle olsa gerek, aniden ve süratle bedene çekildiğimi ve ayaklarımın bedenin ayakları üzerine gelecek şekilde bedene gömüldüğümü hissettim. Sonra uyandım. Daha sonra bu olay bir çok kereler tekrarlandı."

"Bir deniz seyahatindeydim. Bir gün sırt üstü yatarken uykuya dalmışım. Bir kabus görmeye başladım. Gemi batmakta sular yavaş yavaş yükselmekteydi. Fakat ben, sular çeneme gelinceye kadar kayıtsız kaldım. Sonra büyük bir mücadele sonucu soğuk bir ter içinde uyandım. Birkaç dakika içinde tekrar uyumuşum. Bir ara yan tarafıma dönük olarak yatarken, geminin bölmesine doğru hareket etmekte olduğumu hissettim. Çok hoş bir histi bu. Her şeyin farkındaydım. Tamamen bilincim yerinde olduğu halde bu olayı normal karşılamam sonradan beni çok şaşırttı. Sırt üstü yatacak şekilde yavaşça döndüm. Sonra böyle uyuya kalırsam ikinci bir kâbûs görürüm düşüncesi ile tekrar yan tarafıma dönmek istedim. Ancak bu çok zor bir işti ve epey mücadele etmek zorunda kaldım. Bu olaya rağmen her şeyi hâlâ normal karşılamaktaydım. Yanlamasına dönmüştüm ki, bir kuvvetin beni sırtımdan geriye doğru çektiğini hissettim. Birkaç dakika orada öylece yanlamasına sallanır vaziyette kaldım. Bedenimin sallantısı durduğu halde, sol bacağım sallanmasına bir müddet daha devam etti. İşte bu bana tuhaf gelmişti. Bunun üzerinde düşünüyordum ki bedenimin dışında olduğum fikri birden zihnimde canlandı. O kadar tatlı bir histi ki, burada kalmaya karar verdim. Ne olacağını beklemeye koyuldum. Bir ara kendimi kapıdan 30 cm, yerden ise 210 cm kadar yükseklikte buldum. Sonra koridorda ayak sesleri işittim. Gelip beni bu halde görürlerse ne aptalca bir şey olacağını düşünmüştüm ki bir sıçrama oldu ve uyandım. Sıçrama merdivenden inerken ya da çıkarken basamak olmadığı halde var zannıyla atılan adım sonucu ortaya çıkan sarsılmaya benziyordu.

Aynı yılın Eylül'ünde karaya ayak bastığımda, bu olayla ikinci kez karşılaştım. Pozisyonum ilk seferinde olduğu gibiydi. Yegâne fark, odamın oldukça aydınlık oluşuydu. Her zamanki gibi normal bir uykuya dalmıştım. Sonra kendimi, ayaklarım eksen olmak üzere yanlamasına doğru şiddetle sallanır buldum. Daha sonra bu sallanma sona erdi. Fiziki bedenimden 1 metre kadar yükseldim ve havada asılı durmaya başladım. Bir İki dakika sonra, sağa doğru hareket ettim ve ayaklarım yavaşça yere doğru gelecek şekilde aşağı süzüldüm. İşte o zaman etrafı görebildiğimin farkına vardım. Artan heyecanımı bastırmayı başararak aynaya doğru yürüdüm. Sanki suyun altında zorlukla yürüyor gibiydim. Birden, bir şok geçirdim. Bedenim hemen arkamda bulunan divanda yatmaktaydı ve ben onu dışardan izleyebiliyordum. Bir an için ölmüş olabileceğimi düşündüm."

Read More

Muska Nedir?

Muska

Bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan ya da üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.

Muska kelimesinin aslı "nüsha'dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz" Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" ya da da "maâza" Türkiye'de "muska", "nusha" ya da "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında "rukye" olarak geçmektedir.

Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak ya da tedavî amacıyla yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin teneke gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli ya da kalp biçiminde kaplara da konan hamail bütün İslam dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Muskalara yalnızca sûre ayet hadis ya da bir dua yazıldığı gibi Allah'ın meleklerin efsanevî kişilerin adları anlaşılmaz tılsımlı sözler simgeler yıldız işaretleri rakamlar rumuz ve işaretler insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre ayet hadis ve duanın yazıldığı muskalar, İslâm dönemine; diğerleri ise İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.

Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak 114. sûre olan Nâs Yasin Fâtiha süreleri Âyetü'l-Kürsi (2/256) Âyetü'l-Arş (9/130) diğer çeşitli ayet hadis ve dualar yazılır.

İslâm fıkhı âlimleri zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de okuyarak tedâvi gibi etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terk etmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terk etmek haram değildir. 3. türünü yapmak da caizdir.[1]

Dolayısıyla İslâm'a göre nazar korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre ayet hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslâm dini insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre birisi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna gelerek "Ya Resûlullah gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (sav) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış" diye buyurmuştur.[2]

Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (sav)'in muavvizeteyn (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır.

Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (ra)'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Hz. Peygamber (sav) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım ey insanların Rabb'ı şu hastalığı götür şifâ ver şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver."

Bu ve benzeri rivâyetlere göre okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:Okunan ve yazılan şey sûre ayet hadis ya da manası anlaşılan dua olacak.
Manası bilinmeyen birtakım isim harf resim ve işâretler kullanılmayacak. Buna göre yukarıda anlatılan ikinci çeşit muskalar İslâm'a göre haram ve yasaktır.
Tıbbi tedâvide olduğu gibi burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiçbir şey umulmayacaktır.
Sevdirmek ya da nefret ettirmek gibi tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır.

Âyet-i kerîme ile ve Resûlullah efendimizden gelen duâlarla muska yazmaya ve taşımaya "Ta'viz" denir. İslâm dîninde buna izin verilmiştir. İnanan, güvenen kimseye fayda verdiği tecrübe ile sâbittir. Hattâ böyle âyet ve duâların yazıldığı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak her zaman taşımaya izin verilmiştir. Mânâsı bilinmeyen ya da dinden ayrılmaya sebep olan muskayı okumaya "Efsûn" denir. Bunu ve nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımaya Temîme denir. Muhabbet (sevgi) hâsıl etmek için yapılan muskalara "Tivele denir." Bir hadîs-i şerîfte; “Temîme ve Tivele şirktir (Allah'a ortak koşmaktır).” buyruldu.

Hakîkî Müslüman, bâtıl inançlara inanmaz. Sihir, uğursuzluk, fal, efsun, Kurândan başka şeyler yazılı muska, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya ve kerâmet sâhibi olduğunu söyleyene ehemmiyet vermez. Bunların çoğu esâsen başka dinlerden bize aktarılmıştır. Bâzı din adamlarından kerâmet bekleyenlere büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “İnsanlar din adamlarından kerâmet beklerler. Bunların bâzılarının kerâmeti yoktur, ama diğerlerinden daha ziyâde Allah'a yakındır. Asıl kerâmet, İslâmiyet'i iyi öğrenmek ve ona uygun yaşayabilmektir.”

İslâm, muskayı istememiş, tedavi ya da başka bir amaçla kullanılmasını tavsiye etmemiş ve faydalı olabileceğini söylememiştir. Hattâ muskanın birçok çeşidiyle Allah'tan başkalarının da etkili olabileceğini kabul etme anlamı taşıyacağından, şirk olduğu bildirilmiştir.

Tuvalet gibi yerlere girerken çıkarmak, şirk anlamı taşıyan cümleler, şifreler ve işaretler gibi anlamsız tılsım rumuzları içermemek şartıyla bazı âyetlerin ve bazı kutlu isimlerin, tesiri onlara değil sadece Allah'a bağlayarak üzerinde taşımasının sakıncalı olmayacağı söylenmiştir. Ancak bunun da gerçek tevekküle aykırı bir davranış olduğuna işaret eden hadisler ve bunlara bağlı kabullenişler vardır.  Ancak bunlarla da tedavi olunabileceği söylenmemiş ve bu istenmemiştir.

Tıbbî tedavi yöntemlerine başvuru emredilmiş olmakla beraber, Kurân-ı Kerîm'den bazı âyetlerin -özellikle Fâtiha Sûresi'nin- ve Resûlullah'ın (sav) yaptığı bazı duaların okunup hastaya üflenmesi câizdir ve bunun Allah'ın dilemesiyle tesiri olabilir. Ancak şifa sadece Allah'tan bilinmeli ve sadece O'ndan istenmelidir.

Günümüzde "kısmet açma" vs. şeyler için yapılan bidatler, hoca kılıklı sahtekârlardan imdat dilemeler ve her çeşidiyle bu yoldaki uygulamalar şirk belirtisi ve kalıntısı davranışlardır. Bunların kazandıracakları günah; zayi ettirecekleri paralar ve sağlamayacakları faydalar bir yana, şahsen ben mevcut dertlere de dert katacakları kanısındayım. Böyle olan kardeşlerimize, gecelerin gamzelerinde kılacakları teheccütlerden sonra dertlerini Allah'a (cc) sunmaları ve O'nun: "Yok mu derdine deva isteyen, vereyim." diye seslendiği o saatleri ısrarla değerlendirmelerini tavsiye ederiz. Ancak "ağzı dualı" tabir edilen, alim, fazıl ve müttekî insanlardan dua talep etmek, onlardan bir şeyler okumalarını istemek güzeldir ve mahzursuzdur.

Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken ya da yazdırırken İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.

Âlimlerin çoğunluğu okuma ya da yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir. Ancak bunu istismar etmemek gerekir.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak (caizin terki ise evlâdır). İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına geleceğinden kesinlikle yasaklanmış haram kabul edilmiştir.

Kurân-ı kerîmin hastalıklara şifâ olduğu İsrâ sûresi 82. âyetinde meâlen; “Biz Kurândan öyle âyetler indiriyoruz ki, müminler için bir şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise (küfür ve yalanları sebebiyle) ancak hasârını, zarar-ziyânını arttırır.” buyrularak bildirilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

"Ey Allah'ın kulları! İlâç kullanın! Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur. İlâçların en iyisi Kurân-ı kerîmdir."

Allah'ın bir nîmet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok okusun!
Read More

Çaput Bağlamak

Çaput Bağlamak

Halkımızdan bazıları (çoğunlukla hanım müslümanlar) İSLÂM DİNÎ ile hiç alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanç ve adetlerin çok değişik şekillerini, hemen her köyümüz ve kentimizde yaygın olarak görmek mümkündür. Bu batıl inanç adetleri uğruna zaman zaman üzücü olaylar da duyulmaktadır.

"Yıldıznameye" baktırmak, "FAL" açtırmak, "SİHİR" bozdurmak için diyar diyar hoca (!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi için "TÜRBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini açtırmak için, il il üfürükçü arayanlar azımsanmayacak kadar çoktur.

Göz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek için seansına "55 bin TL." para isteyenler, göğse ve göbeğe muska yazma cüret ve ahlâksızlığına tevessül edenler ve bunların tuzağına düşüp pişmanlığını sineye çekenler de maalesef bulunmaktadır.

Ayrıca türbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca çaput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.

Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından geçerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısıyla insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.

Kimi yerde de "yeni doğan çocuğun ilk dışkısı cin çarpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.

Daha bir sürü yanlış inanç ve adetler!..

İşte bu bölümde, halkımızdan birtakım insanların, en çok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış âdetlerden örnekler sunmaya çalışacağım. Ancak binlerce âdet ve inancı dar çerçeveli bir çalışma ile ele almak mümkün olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edeceğim.

Çaput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.

• Çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ'ler, Göktürklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanaatkardır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parçası ile tatmin etmek mümkündür'1'.

İşte Türkler Müslüman olduktan sonra da bu âdetlerini büsbütün bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da o yörede bulunan bazı kayalara çaput bağlamak suretiyle eski adetlerini Müslümanlaştırmak istemişlerdir. Oysa böyle bir âdet İslâm'da yoktur.

Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir çok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.

Bazıları da böyle ağaçlara çaput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına ümit beslemektedir.

Anadolu'da ağaçlara bez, paçavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek çok yer vardır. Bunlardan biri de benim köyümdeydi

Benim köyümde "ÇIBAN KAYASI" denilen bir mevki vardır. Köyün doğu yönündedir.

Bu mevki, daha çok ipek böceği için yetiştirilen dut bahçelerinin bulunduğu yerdir. Burada bizim de dut bahçemiz vardır. Bahçenin doğu yönü kayalıktır. Kökü kayaların arasında olan bir siyah incir ağacımız vardı. İncir ağacının dallarına bez içerisinde 3-5 kuruş koyup bağlandığı zaman, özellikle çocukların yüzünde çıkan çıbanların iyileştiğine inanılırdı. Ayrıca kim o bezleri toplar içindeki parayı alırsa çarpılır ya da her yerinden çıbanlar çıkar denilirdi.

Ben, zaman zaman bahçeye gittiğimde bezleri toplar, içindeki paraları alır, harcardım. Görenler, "bırak onları çarpılırsın" diyerek beni azarlarlardı. Uzun seneler geçmesine rağmen ne bir yerimde çıban çıktı, ne de çarpıldım.

Seneler sonra İlahiyat tahsil ettim. Bunun saçma olduğunu köylüme anlattım. Zaten ağabeyim de o incir ağacını kesmişti. Şimdi köyümüzde bu bâtıl inanç ortadan kalkmış, oralara da çaput bağlayan kalmamıştır.

Sırası gelmişken bu paçavra bağlama adeti ile ilgili bir başka hatıramı da nakletmek isterim.

1963 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip Okulları Meslek Dersi Öğretmenleri için Konya'da bir kurs düzenlenmişti. Ben de o kursa katılmıştım. Mevsim yaz ve Temmuz idi. Kurs sabah 8.00'de başlıyor, saat 13.00'te bitiyordu. Öğleden sonra serbest çalışmak için boş kalıyorduk. İşte böyle öğleden sonra bir gün, bir grup arkadaş "Meram Bağları'na gezmeye gitmiştik. Biraz kır gezintisi yaptık. İkindi yaklaşmıştı. Namaz kılmak için orada bulunan bir mescidin yanında toplandık. Mescidin önündeki çeşmeden abdest almak için hazırlanıyorduk.

Mescidin bitişiğindeki türbenin pencerelerinden birine gözüm ilişti. Baktım ki pencerede parmak sığacak kadar boş yer kalmamış, hep çabut bağlanmış. Tam bu sırada bir arkadaşım camiin köşesinden çıktı ve pencerenin önünde durdu. Şöyle bir etrafına bakındı, kızarak başını sağa sola sallamağa başladı. Belliki pencerenin haline hem kızıyor hem de hayret ediyordu. Ben, koşarak yanına vardım ve beraberce çaputları koparmaya başladık. Biraz ilerimizde de bir grup kadın duruyordu. Bizim pencereyi temizlediğimizi görünce: "Vay ahlaksızlar, dinsizler, kafirler" diyerek bağırmaya başladılar. Biz, dinimizde böyle şeyler yoktur, falan demeye kalmadan taş da atmaya başladılar. Kendimizi camiye zor attık. Arkadaşlardan biri ezanı, biri de camide Kur'ân-ı Kerîm'i okumaya başladı. Namazlarımızı eda ettik. Kadınlar da üst katta namazlarını kılıp caminin önüne çıkmışlardı. Bizi, camiden çıkarken görünce bu sefer: "Biz sizi itikatsız zannettik, kusura bakmayın" diyerek özür dilediler.

Kendilerine bu işin yanlış olduğunu, İslâm'da böyle adetlerin olmadığını izah ettik. Daha sonra da vedalaşarak ayrıldık.

İslam bilginleri böyle âdetlerle asırlarca mücadele etmişlerdir. Bir çok batıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. Hâlâ bir çok yöremizde türbe pencerelerine, bazı ağaçlara çaput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı ya da cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gerçektir.
Read More